Önemli bir değişim ve dönüşüm sürecindeyiz. Buna bir geçiş dönemi de denebilir. Astrolojik olarak bakarsak, kova çağındaki dönemde toplumcu ve evrensel düşünce, birlik bilinci, eşitlik ve adalet duygusu gitgide güçlenecektir. Bu süreçte zihinsel perdelerimiz yavaş yavaş ortadan kalkacak, çağın değerleri olumlu manâda değişime uğrayacak. İnsanın gelişmesine, evrensel prensipleri idrak etmesine mani olan hallerin ortadan kalkması da, beynin daha fonksiyonel kullanılmasını mümkün kılacak.
Farklı yaşam formlarını ve bilinç düzeylerini hızlıca keşfetmeye başlayacağız. Düşük bilinç düzeyinden kaynaklanan tüm çatışmalar, zaman içerisinde çözüme kavuşacak, hiç bilmediğimiz yeteneklerimizi keşfedeceğiz, ya da zaten sahip olduğumuz yeteneklerin kapasitesi genişleyecek, zihinlerimiz özgürleşecek.
Uzak bir gelecekten bahsetmiyorum. Ben umutluyum, iyi ve faydalı bir insan tipi ortaya çıkacak. Tasavvuftaki insan-ı kamil gibi Azizüddin Nesefi'nin "kamil insan" tarifini hatırlayalım: İyi sözler, iyi hareketler, iyi ahlak ve bilgi.
Bilgiyle kastedilen, sadece teknoloji veya bilimle sınırlı değil. Bilgi, Yaradan'ın eserlerini idrak etmek, kainatın işleyişini öğrenmek, tekamülün hangi amaca hizmet ettiğinin farkında olmak ve buna bilinçli şekilde katılmak içindir. İnsanın ruhunu tatmin edecek ve içindeki boşluğu dolduracak olan şey de budur. Kaderimizi çizen, evrenin ve alemlerin hareketlerini ve bunların dünyamızdaki hayatla bağlarını düzenleyen, karanlık yolumuzu aydınlatan ilahi sevginin farkına varmalıyız. Manevi ve insani değerlerin günlük hayatımıza daha fazla girmesi, alçak gönüllülük, vericilik ve affedicilik gibi kavramların tekrar kazanılması, içinde bulunduğumuz zorlu sürecin üstesinden gelmemiz açısından önem taşıyor.
Allah'ın yazdığı kader çizgisi aşılamaz, ama onun bize seçim hakkı verdiğini, bunu doğru kullanarak yaşanan zamanı güzelleştirebileceğimizi unutmayalım. Karl Marx'ın bir sözü var; "Bir teori ancak kitleleri etkilediği zaman maddesel bir güç haline gelir" demiş. Çok doğru, bu yüzden şimdi ve önümüzdeki zamanı bir felaket olarak algılamayalım, krizlerle birlikte gelen mecburi dönüşümlerin yaratacağı fırsat ve olanakların yılı olarak görelim. Zor dönemlerin ardından muhakkak ferahlatıcı bir dönem gelir. O ferah dönem de bize vaat edilmiş olan "Altın Çağ" dan başka bir şey değildir.
Sevgi ve saygıyı unutmamalı; hoşgörülü davranmayı, merhamet göstermeyi, paylaşmayı ve en çok da şükretmeyi öğrenmeliyiz. Hayvanlara, bitkilere, etrafımızdaki canlı veya cansız tüm nesnelere iyi davranmalıyız. Bu dünya hepimizin. Onun zaten gittikçe yoksullaşan kaynaklarını bilinçli kullanmalıyız. Seçimlerimizin, bu kadersel süreci etkileyeceğine inanıyorum. İslami tasavvuf ehilleri de böyle düşünüyor.
2012/2013 yılı bizim için, bilincin evriminde bir geçiş noktası, kozmik bir fırsat penceresiydi. Pasif şekilde beklenen bir gelecek değil, aktif olarak yaratacağımız geleceği gösteren bir pencere. O yüzden olasılıkları bir kenara bırakarak, kendimiz ve çocuklarımız için en ideal geleceğe odaklanalım.
Olasılıklara bakalım:
Nükleer savaşlar ve küresel felaketler sonucunda yeryüzü yaşanmaz hale gelecek. Öyleyse ne olacak? Bizim için her türlü nimetle donatılmış, tekamül sürecimizde bize ev sahipliği yapmış dünyamızı böyle bir mahvoluşa mı terk edeceğiz?
Varsayalım ki teknoloji çok gelişti, bizler de uzayın başka köşelerine topluca seyahat edebilecek düzeye eriştik. "Dünya'yı tükettik, kendimize başka bir gezegen bulalım" diyerek çekip gidecek miyiz? Bunun yerine niçin elimizdekini iyileştirmeye çalışmayalım? Bence ebedi mutluluğa kavuşmak istiyorsak, onu dünyanın dışında değil, dünyanın içinde aramalıyız.
Kaynak:
Öner Döşer
İnsanlık, kaba maddeciliğin ötesinde asıl gerçekliğe ulaşabilmeye, hiç bugünkü kadar yakın olmamıştı. O nedenledir ki, içinde bulunduğumuz çağ, öncekilerden çok farklı bir uyanış ve aydınlanma çağı olacaktır; buna dair ipuçları da, göstergeler de mevcuttur. Artık bazı fizikçiler de ‘madde-ötesi gerçeklikler’ terimini kullanmaya ve bu konularda ciddi araştırmalar yapmaya başlamıştır. İşaretler nedir derseniz; insanın beynini daha yoğun ve etkin kullanabilme becerisini göstermeye başlaması; evrende yalnız olmadığımıza dair kanıt sayılabilecek çok ciddi belirtiler; her biri sıradışı olan üstün zekâya sahip ‘harika’, adeta programlanmış gibi doğan ‘kristal’ ve ‘indigo’ çocukların doğum sıklıklarındaki büyük artış; reenkarnasyona ilişkin kanıtlara sıkça rastlanması; insanların sürü psikolojisinin yalnızlığından kurtularak ‘tekbaşına’ birer birey olduklarının ayırdına varmaları; an'ı yaşama gerçekliğinin farkındalığı; fiziğin yanında astronomi ve astro-fizik alanında sağlanan hayret verici gelişmeler sayılabilir.
Öte yandan dünyanın alışılmış-olağan dengesinin insan eliyle bozulmasının neden olduğu doğal afetler, kitlesel ıstırapların nedeni olan etnik ve dinsel terörün halâ önlenememesi. Yüzmilyonlar açlık çekerken, başta silahlanma olmak üzere lüks tüketime harcanan kaynaklar ve israf edilen onca emek. Büyük şirketlerin çıkarları uğruna insan sağlığı ve saadeti üzerindeki muazzam düzeyde maddî ve manevi sömürü.
Hemen belirtmekte yarar var. Başarıları ve yeteneklerindeki gelişmeleri kalıtımla da, aldıkları eğitimin kalitesi veya çevre etkileriyle de açıklanamayan indigo ya da kristal çocuklar çok zekî, üstün yetenekli, sezgi güçleri artmış; bakış açıları ve çözümleme yetenekleri diğerlerinden çok farklı, çevreye duyarlı, şefkatli ve sevecendirler. Eğer eğitim adına, dinsellik ve şoven ulusalcılık adına yanlış yönlendirilmezler ise, gezegenimizin geleceğini onlar şekillendirecek ve insanlığa ihtiyacı olan ışığı onlar vereceklerdir.
Kaynak:
Kerim Soley
“Eski Hintlilerden Mayalara kadar pek çok kadim uygarlık, çağımızı ‘savaş, acı, aşırılık ve eşitsizlikle dolu karanlık bir dönem’ olarak tanımlamıştı. Biz şimdi tamda onların binlerce yıl öncesinde bahsettiği gibi bir dönemden, karanlığın en dip noktasından geçiyor ve aydınlığın şafağını görmeye başlayacağımız bir döneme doğru ilerliyoruz. Güneş sistemimiz, elips şeklindeki yassılmış bir daire olan yörüngesinin en kısa bölümünden geçiyor. Bu yörüngenin uzak kenarı ise bizi galaksimiz Samanyolu’nun merkezine, yani en uzak noktaya taşıyor.
Şöyle düşünün: Yeni bir güne erişmek için geceyi yaşamamız gerekmezmi? 22 Aralık tarihini, eski Türkler yeniden doğuş bayramı olarak kutluyordu. Mayalar için de 21 Aralık 2012, upuzun bir döngünün sonuna işaret ediyor ve bütün sonlar gibi bu aynı zamanda bir başlangıç. Yeni bir başlangıçta ulaşacağımız dönem, tam bir aydınlık dönemi, bir nevi yeniden doğuş.”
“Kadim bir uygarlık olan Mayaların bir değil, birçok takvimi vardı. Uzun Sayım, bunlardan sadece bir tanesiydi. Bu takvimin başlangıcı olan 4 Ahau 8 Cumku günü, Jülyen takviminde MÖ 11 Ağustos 3114’e denk geliyor. Buna göre “Uzun Sayım”ın sonu da 21 Aralık 2012 oluyor. Söz konusu tarihin, özellikle son yıllarda önemsenmesinin temel sebebi bu.”
Yeri gelmişken, 21 Aralık tarihini dünyanın sonu olarak algılayanların düştüğü çok kritik bir teknik yanılgıyı da belirtmek gerek. Bir kere Maya takvimlerinde baktundan çok daha uzun zaman dilimleri var, dolayısıyla hayatın akışı içinde çok daha büyük döngüler sıklıkla son buluyor ve yenileri başlıyor. Çoğundan haberdar bile olmuyoruz, dolayısıyla endişelenmek gereksiz.
İkincisi de şu: kimi Maya uzmanları Maya piramitlerinde bulunan çeşitli belgelere, Palenque, Copan, Quirigua, Tikal, Yaxchilan ve Coba yazıtlarına dayanarak, baktunları 13’er değil, 20’şerli gruplar halinde ele almak gerektiğini düşünüyor. Bu doğruysa, kimilerinin dünyanın sonu, kimilerinin de ruhsal uyanış dönemi olarak adlandırdığı gün, 21 Aralık 2012 değil, aslında 13 Ekim 4772’dir.
Kaynak:
Öner Döşer
Dünya, kalp atışı olarak da adlandırılan bir rezonans'a sahip. 1954'den beri, ölçülen bu değer, Schumann Rezonansı olarak, "SR" simgesiyle anılıyor. Bulucusu ise Alman fizikçi Schuman'dır. Bu Rezonans veya Frekans, Dünya yüzeyi ile, 55km'lik atmosfer sonrası iyonosfer arası bölgede ölçülmektedir. Schuhmann rezonansı ve güneşin düzen dışı büyük patlamaları ile bağlantı kurulurken, kalp frekansı sürekli artmaktadır. Uzun yıllar rezonans değeri 7.4 Herz olarak ölçülürken, 1987'den beri bu değer sürekli arttı. 21 Aralık 2012'de bu değerin 21-Herz’e ulaştığı söyleniyor. Dünya rezonansı arttıkça, yaşanan zaman daha çabuk geçiyormuş gibi algılanıyor. Yani bugün yaşanan 24 saat, eskiden yaşanan 16 saatle eşit değerde. Hissedilen zaman akımı hızlandı ve daha da hızlanıyor.
Dünya titreşimsel olarak farklılaşırken, üzerinde yaşayan ve bir etkileşim içinde olduğu varlıklar da titreşimsel değişmektedir. Ayrıca Dünyanın manyetik alanı da değişen varlıklara ve insanlara uyumlanmaktadır. Böylelikle insanın yeni dünyası ortaya çıkmaktadır. Ancak, yüksek değerlere, frekanslara daha fazla açılandığı için, çevreden gelen ses, renk, koku, manyetik alan frekanslarını daha fark edici, gönül frekanslarına, insan duygularına daha duyarlı, daha yüksek tatminleri arzulayan, eski kaba tatminlerden artık zevk almayan, yeni şuur insan ortaya çıkmaktadır. Endişe ve korku olan alçak frekanslar gitgide kaybolacaktır.
Dünyanın bir kalp atışı (SR) olduğu gibi, bir de manyetik alanı var. Manyetik çekim veya itim gücü nedir, bunu kısaca tanımlamaya çalışalım; elinize bir pusula alıp, ortasında dönen ok şeklindeki göstergeye baktığınızda, o size güneyi/kuzeyi gösterir, böylece yönünüzü tayin edersiniz. Bu manyetik alan yalnız yön tayin etmede değil, aynızamanda dünya etrafında büyük bir manyetik şemsiye oluşturmuştur ve gezegenimizi bir çok tehlikelerden korur. (bkz. üst sol grafik!) Ancak Dünyanın manyetik alanı sürekli zayıflamakta, gücü giderek azalmaktadır.
Dünya manyetik alanının kökeni, nikel ve demirden oluşan sıvı metalik dış çekirdeğin dönmesi ve konvektif etkilerin çiftlenmesi ile oluşan elektrik akımları ile ilgili olduğu düşünülmektedir. Bu mekanizma dinamo etkisi olarak da adlandırılmaktadır. Dünya çekirdeğinde oluşan manyetizime ek olarak Dünya'nın yüzeyinde, iyonosfer ve manyetosferde de bir manyetik alan oluşur. Bu jeomanyetik alan, yere ve zamana bağlı olarak değişken bir frekansa sahiptir. Çekirdekten gelen ve yeryüzeyinde - kabuktaki manyetik alanların tam bir ayrımı mümkün değildir, her ikisi de iç alan olarak varsayılır.
Dünya üzerindeki çeşitli zaman ve yerleşimlerden, kayaç mıknatıslanmasının şiddetleri ve yönelimleri dikkatli analizlerle elde edilmiş, kutup yönlerinin geçmişte birkaç kez değiştiğinin farkına varılmış. Güney kutbun kuzey kutup ile değiştiğini ya da tam tersi, uzun dönemlik bir periyoda sahip olduğu biliniyor.
Dünya'nın manyetik alanı ile ilgili ilk gözlemler 1840'lı yıllarda başlamış. Bugün ise uydular, uçaklar, gemiler aracılığı ile bilimsel ölçümler her gün ve her dakika yapılmakta. Tüm bu gözlemlerin amacı, manyetik alanı oluşturan çekirdekteki değişim izlerini takip edebilmektir.
Yapılan çalışmalarda, son 2000 yıl içinde Dünyanın manyetik alanının %38 oranında azaldığı tespit edilmiştir. Ancak 1829 ve 1967 arası %6.5 oranında aralıksız azalma gözlemlenmiştir (dipol momenti düşüşü). Eğer manyetik alan, geçen 2000 yıl içinde %38 civarında azaldıysa, 1829 ve 1967 arasında yalnız %2,62 oranında azalması gerekirdi, oysa %6,5 değerinde azalmış. Böylece ortaya çıkan sonuç; son 200 yılda, manyetik alanın azalması, faktör 2,5 oranında hızlanmış. Bu matematiğe göre, olası bir manyetik kutup değişmesinin (polarize değişimi), çok daha erken vukuu bulacak anlamına geliyor. Bazı bilimsel araştırmacılar, 200 yıldan bahsederken, bazıları yaşadığımız süre içersinde gerçekleşebileceğini öne sürmektedir.
Bilim adamları, yeryüzünde insanlar yaşıyorken, 18 kez manyetik polarize değişikliği yaşandığını tespit etmiş. Bunların hiç birinde insanlık nesli tükenmemiş, ancak, bu tür olayları bir evrim motoru olarak değerlendirmemize dair işaretler var. Ama olası bir kutup kayması, küre mihverinin devrilmesine yol açamaz. Zaten dünyanın manyetik ve coğrafi ekseni bile bir birine uymuyor. Örneğin kuzey manyetik eksen, Kanada dolaylarında yer almaktadır.
Prensipte manyetizma ile, Dünya dönüşünün bir bağlantısı var, ancak manyetik alanın azalması, Dünyayı durdurma noktasına taşır mı diye soracak olursak, Dünyanın dönme hızını etkileyen manyetik alanın nisbeten az olması sebebi ile, böyle bir olasılığa az şans veriliyor.
Jeomanyetik güneş fırtınaları, Dünyanın manyetik alanına ciddi şekilde etkisi var. 1989 yılının Mart ayında gerçekleşen şiddetli fırtına, Kanada'da 9 saat elektrik kesilmesine yol açmıştır. Çünkü bu fırtınalarla indüklenen jeomanyetik akımlar, teknolojik sistemleri olumsuz etkilemektedir.
Dünyanın manyetik alanı, bu fırtınalara karşı bir kalkan görevi yapar. Manyetik alanın zayıflaması ile tehlikeli sonuçlar ortaya çıkabilir. Jeomanyetik fırtına Dünyamıza yaklaştığında, atmosferimiz ısınma yüzünden genişler, genişleme sonucu, uydular yörünge kaymasına uğrar, aynızamanda radyasyon, uyduların elektroniğini devre dışı bırakıp, yeryüzünde de tahribata yol açabilir.
Kaynak:
fosar-bludorf.com/polwechsel/index.htm
Özellikle kuzey yarımkürede son yıllarda arı nüfusunun yarı yarıya azalması, Einstein'in "Eğer arılar yeryüzünden kaybolursa insanlığın sadece 4 yıl ömrü kalmış demektir" şeklindeki bilimsel kehanetini yeniden gündeme taşımıştı. Arı nüfusundaki azalmanın nedeni kesin bir sebebe bağlanamamakla birlikte yaygın kanı; arıların küresel ısınma, ekolojik dengenin bozulması, tarım ilaçları, baz istasyonları ve yeni hastalıklardan olumsuz etkilendiği yönünde. Ancak koloniler halinde yaşayan arılar, çiçek balı toplamaya giderken, yollarını dünyanın manyetik alanına göre de hesaplapladıkları biliniyor.
Son yıllarda, arılar kovanlarına (koloniye) dönüş hesabı yapamadıklarından, teker teker öldükleri idda ediliyor. Çünkü arılar koloni dışında tek başına yaşayamamaktadır. Son 3 yılda, dünyadaki arı nüfusunun %30'u yok olmuş durumdadır. Arılar olmadan, yaşam olmaz. Çünkü arılar, 130.000 ürünün döllenmesini sağlar, döllenme olmazsa, ürün de olmaz.
Benzer durum balinalar, yunuslar içinde söz konusudur. Göçmen kuşların da göçlerini bu manyetik alana bağlı sürdürdükleri bilinenler arasında. Onlarda'da bazen yönlerini tayin edemedikleri için, kütle halinde ölümler kayıt edilmiştir.
Foton Kuşağı, güçlü elektromanyetik radyasyona ev sahipliği eden ve x-ışınlarını da içeren yoğun bir uzay boşluğudur. Foto kuşağını galaksi içerisine akan, manyetik bir ışık olarakta tanımlayabiliriz. Foton kuşağının varlığı, ilk defa İngiliz Astronomu Sir Edmund Halley (1654-1742) tarafından keşfedilmişti. Son yıllarda, Rus bilim adamları, bu enerji kuşağı üzerinde yoğun çalışmalar yapmış ve halen yapmaktadır.
Bilindiği üzere dünya dahil, bütün gezegenler, kendi eksenleri etrafında ve farklı yörüngelerde, güneş etrafında dönmektedir. Güneş'te kendi ekseni etrafında dönmekte ve aynı zamanda tüm gezegenleri ile birlikte, saman yolu merkezinde bulunan bir kara deliğin çevresinde dönmektedir. Güneş sistemi bu yörüngedeki bir turunu yaklaşık 25.640 yılda tamamlamaktadır.
25.640 yıl içersinde, güneş sistemi, bütün burçlar kuşağını kat edip, bazı enerji alanlarının içinden geçmektedir. Rusya Ulusal Bilimler Akademisinden Dr. Alexey Dmitriev, bu enerji alanına "yıldızlar arası enerji bulutu" ismini vermiştir. Diğer bir ismi de "Foton kuşağı"dır.
Foton kuşağı, güçlü elektromanyetik radyasyonlara sahip, bir uzay boşluğudur. Sıfırdan başlayacak olan güneş sistemi döngüsünün yeni enerjisidir. Yoğun bir foton (ışık parçacıkları) bantına sahiptir.
Rus Bilim Adamı Dr. Dmitriev'e göre, 1987 yılından beri güneşte ve dünyada bazı enerji aktivitelerin başlamış ve devam etmekte olmasının sorumlusu bu yıldızlar arası enerji bulutu, zira foton kuşağı güneşe sürekli enerji yüklemekte.
Doğa her sene uyanışını İlkbahar da yapar. Ama bu uyanışını yaparken, hiçbir zaman bizlere belirlenmiş bir gün vermez. Bir ağaç sonbaharda uykusuna dalarken, bizlere "21 Mart'ta yapraklarımı açacağım, o zaman görüşürüz" gibi bir şey söylemez. Bir fırtına dinerken, "seneye veya beş sene sonra aynı gün sizi tekrardan ziyaret edeceğim" demez. Çünkü doğanın takvimi ile bizim takvimimiz aynı değildir.
Bir tohumun toprağın altında çatlayıp/uyanıp, filizin başını dışarı uzatabilmesi için, bir randevu tarihine değil, gerekli koşullara ihtiyacı vardır. Bu koşullardan en önemlilerinden biri de yeterli sıcaklıktır. Ayrıca her tohumun bulunduğu toprak, yani şartlar aynı olmadığı için, aynı anda çatlamazlar.
Bizler/insanlar da doğaya aitiz ve bizim de uyanışımızın gerçekleşmesi için uygun koşulların gerçekleşmesi gerekir. Tohumumuzun çatlayabilmesi için de, bizim en en önemli koşullarımızdan biri, yeterli derecede "sevgiyi" yüreğimizde hissetmemizdir. Ama sadece bizim sevgiyi hissetmemiz de yeterli değildir.
İnsanların "toplu inanışları" Dünya'nın iç alanlarını etkileyecek güçtedir. İnsanlığın felaket beklentilerine odaklanarak, üretmiş oldukarı enerjiler, Dünya'nın iç alanlarında bozulmalara neden olmaktadır. Aynızamanda ışığa, hizmet eden insanların yapmış olduğu iyileşmeleri engellemektedir.
Her gün üretilen negatif enerjilerin, devamlı akan dereler gibi dağınık güçler olduğunu düşünebiliriz. Fakat insanlığın "birileri tarafından belirlenmiş bir güne" negatif enerji üretip, bu enerjilerin o günün altında biriktirilmesini, "dere sularının bir gölette toplanmasına" benzetebiliriz.
Artık bizlerin bu planları farkedip, uzak durmamız gerekir. Felaket beklentisini desteklemek yerine, "Dünya'nın kendisini insanlıkla birlikte yaşatma" isteğine kulak vermemiz gerekir.
Tohumun çatlayabilmesi için, toprağın ısınması/ sıcaklığın olması önceliklidir. Bizlerin çatlayabilmesi için de, öncelikle Dünya toprağımızın iç alanlarında yeterli ışığın/sıcaklığın/sevginin olması gerekir. Bunun da takvim tarihiyle değil, insanlığın toplu olarak üreteceği olumlu enerjilerle ilgisi vardır.
Bütün canlılar zaten değişim ve dönüşüm içinde ve hızla bilinç değişmektedir. Kendimizi ve etrafımızı keşfediyoruz, farkındalıklarımız hızla artıyor. Bu durum 1 günde olabilir mi? Tabii ki hayır, bu durum zaten hızla olmakta. Bu tarih gün dönümü olduğu için, özellikle sembolik olarak seçilmiştir. Her yıl insanlar yeni yıl için seçimlerini bu tarihte bilinçli veya bilinçsiz olarak yaparlar. İşte bu yıl seçimlerini bilinçli olarak yapacaklar, neyi seçersek, onu daha hızlı şekilde yaşayacağız.
Neyi seçmek istiyoruz? Korkuyu mu? Değersizliği mi? Sürü olmayı mı? Sevgiyi mi? Huzuru mu? Bilinçli Yaşamı mı? Yani yüzümüzü ne tarafa çevirmek istiyoruz? Eylemsiz farkındalığa mı? Böyle kalmaya mı? Harekete geçip, yüksek farkındalıklara sahip olmaya mı?
Neyi seçiyorsak onu yaşayacağız ve bu yıl seçimlerimiz çok daha önemli olacak. Dünya ana'da seçimini yaptı ve biraz sancılı da olsa doğum gerçekleşiyor. Bu Dünya bizlerle birlikte yaşamak istiyor. Lütfen onu ve insanlığı destekleyelim, yaşamı, yaşamımızı sevelim, sahip çıkalım. Sevgiyle.
Kaynak:
Vildan Çolak-Kökcanlandırmak
Varoluşumuzla yakından bağlı olduğumuz Doğa'dan gitgide uzaklaşmaktayız. Doğa ile insan arasındaki uyumu bir yana bırakıp, ona egemen olmaya, onu kendi amaçlarımız doğrultusunda kullanmaya çalışıyor, onun dengesini bozuyor, kirletiyor, neticede yok etmeye uğraşıyoruz. Doğayı fethetmek arzusu, gözümüzü öylesine döndürmüş ki, doğal kaynakların da bir gün tükenebileceğini, insanın sömürücü tutumuna karşı doğanın da bir gün kendini savunabileceğini dikkate almaz hale geldik.
Endüstri çağının psikolojik yanılgısı, bireysel bencilliğin yaşanmasının, toplumsal uyuma, barışa ve huzura yol açacağı inancıdır. Sahip olmanın, yaşamın tek amacı, ya da "olma"nın tek yolu "sahip olmak"tan geçiyormuş gibi tanıtılmaktadır. Yaşam amacının, her türlü insanca ihtiyaçların tatmin edilmesi olduğunu, hatta sevgi ve dayanışmadan bile sıyrılan insanlar, her şeyi kendi çıkarları açısından değerlendirmeye başlamış, ama bunun kendilerinden çok şeyler alıp gittiğini fark etmeden, varlıklarının arttığına inanır olmuşlardır.
"Sahip olmak" ilkesine göre kurulmuş olan düzen ve toplumsal sistemler, insanları mutlu etmekten, onları doğru yöne yöneltmekten uzaktır. Öyleyse sorunun çözümü kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. İnsanlığın kurtulabilmesi için öncelikle (doğaya) "sahip olmak" ilkesinden "olmak" ilkesine geçmektir. Böyle davranan bir insan, dışsal ve maddesel olana bağlanmaksızın, kendini geliştirip, diğer insanları sevmek ve onlarla bir olma arzusunu taşır. Doğru yaşamak, yalnız bazı ahlaki yasalara uymak demek değildir. İnsan değişmelidir ve bu zorunluluk ahlaki ve psikolojik bir gereklilikten de öte, insan soyunun sürebilmesinin tek çaresidir.
Kaynak:
Halit Yıldırım
Yeni bir enerji hattına girdik, bu eskiyi bırakmak/salıvermek ve yeni enerjiye, yeni çağa uyumlanmaktır. Eski anlaşmaları, karmik bağlarımızı, eski enerjiyle ilgili tüm bağıntılarımızı iptal etmeye niyet edebiliriz. Kalbimizden geleni çekirdek nurumuzun kelimeleri ile ifade etmek varken, yazılmış eski kitapların, öğretilerin, dogmaların, felsefelerin, sosyal çevre, geçmişin ve etrafımızda körcesine alkış tutan ve bizi yanlışta kalmaya bağımlı kılan aldatıcı desteğin, bizleri sorgusuz bir kuklaya dönüştürmesi tehlikesine, bizi BİR'den ayırması aldatmacasına dikkat edelim. Anlayış alanımızda derinlik ilüzyonu ile gerçeğin yerine konulan görünmez sınırlılık, ruhu köreltmemeli.
Kendiniz için ne tür bir Dünya algılıyorsunuz? En yüksek sonucu tezahür ettirmek için, Dünyayı daha iyi bir yer yapmak için kişisel olarak ne yapabilirsiniz?
Kitlelerin gittiği anayolun ilerisine sıçrarken, hayal kurmaya ve farklı olmaya cesaret edin. Gelecek için vizyonunuzu inceltin ve herhangi bir şeyin, veya kişinin, sizi vazgeçirmesine izin vermeyin. Işığın üstadı olarak, kitlelerin arasında yürümelisiniz, parlaklığınızı ve bilgeliğinizi etrafınızdakilerile paylaşmalısınız. Üstatların yüce görüş açısını üstlenin; sakin ve sevgiyle, gözleyerek durun, mümkün olduğunda izin vererek, yargılamadan yardımcı olun. Her şeyin gerçekleşmesinin bir nedeni olduğunu, daha yüksek bir amaca hizmet ettiğinin farkında olun. Şimdiki şu an’da yaşayın, çünkü her şeyin yaratıldığı, saf kozmik yaşam enerjisine erişebileceğiniz tek an şimdi’dir.
Siz, çoklu evrenlerin yaradılışına katılmak için programlandınız. Her zaman, yüce Yaratıcının tüm erdemlerine, niteliklerine, vasıflarına erişmeniz, imgeleyebildiğiniz ve arzu ettiğiniz şeyleri tezahür ettirmeniz niyet edildi. Her birinizin yaratıcı Işığın, kutsal alevi'nin muhafızı olduğunuzu, bir an için bile unutmayın, ışıltınıza sahip çıkın.
Kaynak:
Haktan Akdogan