Bayrak Bayrak
Free counters!

Bir illüzyon olan sahte benlik duygusu

Ben dediğinizde, sözünü ettiğiniz şey kimliğiniz değil..

ben kelimesi, benim, benimki, kendim

Sese dökülüp ağızdan yayılsın, yada sadece düşünceler olarak kalsın, kelimeler, üzerinizde neredeyse hipnotik bir etki yapabilir. Kendinizi sözcüklerin içinde kaybeder, her hangi bir şeyi, bir kavram ile bağdaştırdığınızda, o şeyin ne olduğunu bildiğiniz inancına kapılırsınız. Gerçek şu ki: Ne olduğunu bilemezsiniz, yalnız gizemi bir etiketle örtersiniz. Hiç bir şey, bir kuş, bir ağaç, hatta bir taş ve hepsinden öte İnsan, asla tam olarak bilinemez. Bunun nedeni, zihinle kavranamayacak bir derinliğe sahip olmasıdır.

Hepimiz algılıyabilir, deneyimleyebilir ve düşünebiliriz, fakat bunlar yalnız gerçekliğin yüzeydeki katmanları, yani bir buzdağının görünen ucudur. Yüzeydeki görünüşün altına indiğinizde, her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu görmekle kalmaz, aynı zamanda tüm hayatın "Kaynak" ile de bağlantılı olduğunu bilirsiniz. Bir taş, bir çiçek, veya bir kuş bile, size Tanrıya - kaynağa ve kendinize uzanan yolu gösterebilir. Ona baktığınızda, elinizde tuttuğunuzda ve isimlendirmeye kalkışmadığınızda, içinizde bir hayranlık, bir huşu uyanır, size kendisini özüyle anlatır.

Büyük sanatçıların sezdikleri ve sanat eserlerinde yansıtmayı başardıkları şey budur. Van Gogh şöyle demedi: "bu sadece eski bir sandalye." O sandalyeye baktı, baktı, baktı, sandalyenin varlığını hissetti, sonra tuvalinin karşısına geçip, gördüklerini boyaları ile aktardı. Sandalyenin kendisi, muhtemelen bir kaç dolardan fazla etmezdi, ama aynı sandalyeyi duyguyla yansıtan tablonun fiyatı bugün 25 milyon dolardan fazla.

Dünyayı kelimeler ve etiketlerle doldurmadığınızda, insanlığın düşünceyi kullanmak yerine, düşünceye esir olduğu, boşuna zaman kaybettiği, mucizevi bir duygu hayatınıza geri döner. Hayatınız müthiş bir derinlik kazanır, nesnelere bir yenilik, bir tazelik gelir.

En büyük mucize ise, bütün kelimelerin, düşüncelerin, zihinsel etiketlerin ve imgelerin ötesinde, kendi özbenliğinizi deneyimlemektir. Bunun olması için, "ben" duygunuzu, yani kendinizi tanımladığınızı düşündüğünüz şeyle oluşan kördüğümü çözüp, ayırmanız gerekir.

Nesnelere, insanlara, ya da durumlara, sözel yada zihinsel etiketler yapıştırmakta ne kadar aceleci davranırsanız, gerçekliğiniz o kadar sığ ve cansız olur. Aynı zamanda, kendinizi gerçeklikten uzaklaştırır, etrafınızda kendini belli eden yaşam mucizeleri de birer birer yok olur. Bu şekilde "akıl" elde edilebilir, ama "bilgelik" kaybolur. Aynızamanda mutluluk, sevgi, yaratıcılık ve canlılık da kaybolur. Bütün bunlar, algıyla yorum arasındaki hareketsiz boşlukta sıkışıp kalır.

Kelimeleri ve düşünceleri elbette kullanmak zorundayız, onların da kendi güzellikleri var, ama onların esiri olmak zorunda değiliz. Kelimeler, "gerçekliği" insan zihninin kavrayabileceği bir boyuta indirger ve emin olun ki, bu da çok derin bir boyut değildir.

"Ben" kelimesi, nasıl kullanıldığına bağlı olarak, hem en büyük hatayı, hem de en derin gerçeği içinde barındırır. Geleneksel kullanımıyla, dilde en sık kullanılan kelimelerden biridir. Günlük kullanımda "ben", kim olduğunuzla ilgili yanlış bir kanıyı, sahte bir kimlik duygusunu beraberinde getirir, bu egonun ta kendisidir.

Ego nedir?

Latince bir kelime olan Ego, "ben", "benlik", "kendilik" demektir. Bencillik (ego), zevk temelli istekler ve aşırı ısrarcı temel enerjinin çıkış noktası olup, insan zihninin katmanlarıdır. Temel ve ilkel benlik ana kaynağı cinsellik, açlık gibi ihtiyaçların bencilce doyurulmasıdır. Egonun, bireyi diğerlerinden ayırt eden göreceli soyut bir varlığı vardır. Dürtülerini iç isteklerini, tutkularını, içsel enerji kaynaklarını içine alan çok boyutlu bir komplekstir.

Hakikat olarak algılanan göreceli her şeyi, kıyas yoluyla mutlak gerçekliği anlama aracı olarak kullanır. Varoluş fonksiyonu, organizmanın kendi sınırlarını bilme kapasitesinden, deneyimlerinden bilgi toplayarak, çıkarımlarda bulunmasından, içinde yaşadığı çevreye uyum sağlama kapasitesinden türevlenir. Bu kapasiteler, içgüdüsel olarak, dürtüler halinde diğer canlılarda değişik seviyelerde kendini gösterir. Ancak insanda bu kapasiteler, dürtüler, istekler, eğilimler, biyopsikososyal gelişim esnasında, ego dediğimiz bir yapı şeklinde kristalize olup örgütlenir.

Ego, hem öznel, hem de toplumsal yaşamda, bireyin kendini tanımlayıp, anlamlandırabileceği ve koruyabileceği içsel işleyen bir referans noktası oluşturur. Sosyal ve sosyo-kültürel çevrenin etkilerleye uyumlanan ve şekillenen benlik katmanıdır. Çevrenin inanç sistemleri, ahlak anlayışları, kendi gerçekliği ile karşılaştırılır ve filtrelenir, böylece kontrol etme fonksiyonları oluşur. Çevreden insana gelen uyarılar, ego filtrelerinde süzüldükten sonra, cevap üretilir; düşünce, duygu ve davranış tarzları şeklinde etkileri gözlenir.

Bireyi, ötekine karşı içsel koruyucu ve düzenleyici olan ego, iç ve dış gerçekleri, ya göz ardı eder, ya inkar eder, ya da tahrif eder (aslını bozar).

Otomatik işleyen, ancak irade ve bilinçle kontrol edilen bu mekanizmalar, psikolojide ego savunma sistemleri olarak adlandırılır. İnsanların her biri, farklı ego filtrelerine ve kişilik ekranlarına sahiptir.

Bu sahte benlik duygusu, yalnız uzay ve zamanın gerçekleriyle ilgili değil, aynızamanda insan doğasıyla ilgili derin görüşler geliştirmiş olan Albert Einstein'ın "optik bilinç yanılsaması" olarak adlandırdığı şeydir. Bu sahte benlik duygusu, gerçekliğin tüm yanlış yorumlarını, tüm düşünce yöntemlerini paylaşımları ve ilişkileri de peşinden sürükler. Gerçekliğiniz, ilk *illüzyonun bir yansıması haline gelir.

*İllüzyon=Yanılsama. Gerçek bir nesnenin duyular üzerindeki izlenimlerinin yanlış değerlendirilmesi.

İyi haber şudur ki: Eğer bir illüzyonun, illüzyon olduğu anlaşılırsa, illüzyon çözülür. Bir illüzyonun anlaşılması, onun sona ermesi demektir. İllüzyonun varlığını sürdürmesi, onu gerçek sandığınız süre içersinde mümkündür. Kim olmadığınızı anladığınızda, gerçekte kim olduğunuz kendiliğinden ortaya çıkar. Ego dediğimiz sahte benliğin mekaniklerini incelediğimiz bu ve bir sonraki bölümleri okurken, bu deneyimi kısmen yaşayabilirsiniz.

Sahte benliğin doğası nedir?

Sahte benliğin doğası

"Ben" dediğinizde genellikle sözünü ettiğiniz şey, gerçek kimliğiniz değildir. İnanılmaz bir basitleştirmeyle "ben" dediğiniz her seferinde, gerçek kimliğinizin derinliğini, zihninizdeki "ben" düşüncesiyle ve "ben"i tanımladığınız her şeyle karıştırırsınız.

Peki "ben" kelimesini ve "benim", "benimki", "kendim" gibi ilgili kelimeleri kullandığınızda, genelde sözünü ettiğiniz şey nedir?

Bir çocuk anne babasının ağzından ismini duyduğunda, zaman içinde bu kelimeyle bir özdeşlik kazanır ve zihninde kimliği ile ilgili bir düşünce biçimlenir. O aşamada, bazı çocuklar kendilerinden üçüncü şahısmış gibi söz ederler; "Johnny acıktı". Çok geçmeden, büyülü "ben" kelimesi öğrenilir ve kendi kimlikleriyle özdeşleştirdikleri isimlerin yerine bu kelimeyi geçirirler. Sonra başka düşünceler gelerek, ilk "ben" düşüncesi ile birleşir.

Sonraki aşama "ben" ve "benim" düşüncelerini, bir şekilde "ben"in parçaları olan düşüncelerle birleştirmektir. Bu kendini nesnelerle tanımlamadır, ama zaman içinde, nesnelere benlik duygusu katan bu kelimeler, gerçek kimliği ortadan kaldırır. "Benim" oyuncağım kırıldığında, yada kaybolduğunda, korkunç bir acı hissedilir. Bunun nedeni oyuncağın çok özel bir değere sahip olması değil, çocuk zaten çok geçmeden o oyuncağa olan ilgisini kaybedecektir, bunun asıl nedeni "benim" düşüncesidir. Oyuncak, çocuğun "ben" düşüncesi ile, yada benlik duygusuyla özdeşleşmiştir.

Çocuk büyürken, ilk "ben" düşüncesi, başka düşünceleri kendine çekmeye başlar: Kendini cinsiyetle, mülkiyetle, vücuduyla, milliyetiyle, ırkıyla, dini ve mesleğiyle tanımlar. "Ben"in kendini tanımladığı diğer şeyler, bilgi, ya da görüşler, sevilen ve sevilmeyen; baba, anne, karı koca vb. gibi rollerdir.

Geçmişte başıma gelenler, "bana" olanlardır ve bu anıların düşünceleri, "ben" düşüncesiyle birleşerek, "ben ve geçmişim" duygusunu yaratır. Bunlar insanların kimlik duygularını aldıkları şeylerden sadece bazılarıdır. Sonuçta benlik duygusunun eklendiği ve rasgele birarada tutulan düşüncelerden daha fazlası değildir. Bu zihinsel yapı, normalde "ben" derken kastettiğiniz şeydir. Daha da açık söylemek gerekirse: "Ben" dediğinizde, çoğu zaman konuşan siz değilsiniz; o zihinsel yapının, ego- benliğin bazı yönleridir. Uyanışı gerçekleştirdiğinizde, yine zaman zaman "ben" kelimesini kullanacaksınız, ama bunu benliğinizin çok daha derinlerinden hissederek yapacaksınız.

Çoğu kişi, kendilerinini halâ düşünce akımlarıyla, takıntılı düşüncelerle tanımlamakta ve bu düşüncelerin çoğu anlamsızdır. Kendi düşünce sistemlerinden ve beraberinde getirdikleri duygulardan ayrı tuttukları bir "ben" yoktur. Ruhsal açıdan bilinçsiz olmanın anlamı budur.

Kafalarında sürekli konuşan bir ses olduğu söylendiğinde, "ne sesi"? der, bunu inkâr ederler; ama aslında bunu yapan düşünücü zihindir, neredeyse kontrollerini ellerinden almış gibidir. Bazılarımız, kendimizi ilk kez düşüncelerimizden ayırdığımızda, kısa bir süre için de olsa kimlik değişimi yaşadığımız zamalar olur. Diğerleri kimlik değişiminin farkında olamazlar, bunu yaşadıkları içsel huzura, veya mutluluğa bağlarlar.

Psikolojik korkunun sebepleri

Psikolojik Korku

İnsanların yaşamlarında neden o kadar çok korku var ve korku nasıl ortaya çıkar? "Kendimizi belli ölçüde korumamız, korku açısından önemli bir şey değil midir? Eğer ateşten korkmuyorsak, elimizi ateşe sokup yakabiliriz".. diyebilirsiniz ama gerçek şu ki, elinizi ateşe sokmazsınız, çünkü bunun asıl nedeni korku değil, elinizin yanacağını bilmenizdir.

Herhangi bir tehlikeden sakınmak için korkuya ihtiyacınız yoktur, bunun için asgari düzeyde zekâ ve sağduyu yeterlidir. Böyle pratik meseleler için, geçmişte öğrenilmiş dersler uygulanır. Eğer birisi sizi ateşle, ya da fiziksel şiddetle tehdit ediyorsa, tabiki korku gibi bir şey hissetmeniz doğaldır. Bu, tehlikeden içgüdüsel geri çekilmedir, ama bunun söz konusu psikolojik korku hali ile ilgisi yoktur. Psikolojik korku hali, herhangi somut ve gerçek tehlikeyle ilişkili değildir. O huzursuzluk, endişe, sinirlilik, gerilim, fobi vs. gibi birçok şekilde kendisini gösterir. Bu tür psikolojik korku, şu anda olan bir şeyden değil, daima olabilecek bir şeyden kaynaklanır. Zihniniz gelecekteyken, siz şimdi ve buradasınızdır. Bu bir endişe aralığı yaratır.

Eğer zihninizle özdeşleşmiş ve içinizdeki güç ve sadelik ile temasınızı yitirmişseniz, bu endişe aralığı sizin değişmez refakatçiniz olur. Şimdiki an'la muhtemelen kolayca başa çıkabilirsiniz, ama bir zihin ürünü (projeksiyonu) olan herhangi bir şeyle başa çıkamazsınız; yani gelecekle başa çıkamazsınız. Dahası, zihninizle özdeşleştiğiniz süre içersinde, ego'nuz yaşamınızı yönetir. İncelikli savunma mekanizmalarına rağmen, hayalet doğasından ötürü, ego kendisini savunmasız ve güvensiz, sürekli tehdit altında hisseder. Kendisini dışa doğru güvenli takdim etse de, bu bir şey değiştirmez.

Zihnin, gelecek ile ilgili, ürettiği düşüncelere, bedenin gösterdiği tepkiyi hatırlayın. Beden, sahte zihin ürünü olan ego'dan ne mesajı alır?

"Ben tehdit altındayım"!

Ve mesaj tarafından üretilen duygu nedir? Korku!

Korku'nun görünüşte birçok sebepleri vardır. Kaybetme korkusu, başarısızlık korkusu, incinme korkusu vs. ve bunların hepsi zihinle özdeşme olarak tanımlanır ve nihaiyetinde tüm korkular, ego'nun ölüm, yani yok olma korkusudur. Ego'ya göre, ölüm daima köşe başında bekler, çünkü yok olması an meselesidir.

Zihinle özdeşleşme hali içindeyken, ölüm korkusu yaşamınızın her veçhesini etkiler. Örneğin bir tartışmada özdeşleştiğiniz zihinsel pozisyonu savunmak gibi bir gereksinim bile, ölüm korkusundan kaynaklanır. Eğer zihinsel bir pozisyonla özdeşleşip, sonra haksız çıkarsanız, zihne dayalı benlik duygunuz ciddi şekilde yok olma tehdidi hisseder. Böylece egonuz haksız çıkmayı, yanılıyor olmayı kaldıramaz. Haksız çıkmak, ölmek gibi bir şeydir. Bunun uğruna sayısız savaşlar yapılmış, ilişkiler bozulmuştur.

Bir kez zihninizle özdeşleşmeyi bıraktığınızda, (ego'nuza uymadığınızda) haklı, ya da haksız çıkmanız, kişisel duygunuz açısından sorun teşkil etmeyecektir. Kendinizi haklı çıkarmak için hissettiğiniz bilinçsiz gereksinim, ki o bir şiddet biçimidir, artık yok olmaya yüz tutar. Bu durumda ne hissettiğinizi, ya da ne düşündüğünüzü açıkça belirtebilir, ama saldırgan ya da savunmacı bir tutum içersine girmezsiniz. O zaman benlik duygunuz zihninizden değil, içinizdeki daha derin ve gerçek bir yerden gelir.

İçinizdeki her türlü savunmacılığa dikkat edin, neyi savunuyorsunuz? İllüzyonik bir kimliği, zihninizdeki bir imajı, hayali bir varlığı. Bu duruma tanık olup, bu kalıbı ve onunla özdeşleşmeyi bırakırsanız, bilinçsiz kalıp, bilincinizin ışığında eriyip yok olacaktır. Bu ilişkileri kemirip aşındıran, tüm tartışmaların ve güç oyunlarının sonudur. Başkaları üzerinde güce sahip olmaya çalışmak, kuvvet kılığına bürünmüş zayıflıktır. Gerçek güç içimizdedir, ona her an ulaşabiliriz.

Korku, zihniyle özdeşleşmiş, içinde var olan gerçek gücünden, derin benliğinden kopmuş insanların değişmez refakatçisidir. Karşılaştığınız, ya da tanıdığınız hemen herkesin, bir korku hali içinde yaşadığını varsayabilirsiniz. Yalnız bu durumun yoğunluğu değişir. O ölçeğin bir ucunda endişe ve korku, diğer ucunda belirsizlik, huzursuzluk, tehdit duygusu vardır. Ancak bu durum uç noktalara ulaştığında, gitgide onun bilincine varmaya başlayan insanlar da olacaktır.

Ego'nun bütünlük arayışları

Egonun bütünlük arayışı

Egosal zihnin ayrılmaz bir parçası olan duygusal acı'nın başka bir veçhesi de, derinlere gömülü bir yoksunluk, bir eksiklik, bir bütün olma'ma duygusudur. Bu olgu kendisini bazı insanlarda bilinçli, bazılarında bilinçsiz gösterebilir. Eğer bilinçliyse, sürekli tedirginlik ve değerli olmamak, ya da yeterince iyi olmadığını hissetmek şeklinde tezahür eder. Eğer kişi bilinçsiz ise, dolaylı olarak arzu, istek ve ihtiyaç şeklinde hissedilir. İnsanlar her iki durumda da içlerinde hissettikleri bu boşluğu doldurmak için, ego'nun doyumunun ve özdeşleşecek şeylerin peşine düşerler. Böylece temelde kendilerini daha iyi hissetmek, daha tamam hissetmek için malın mülkün, paranın, başarının, güc'ün, ün'ün ya da özel bir ilişkinin peşine düşer, bunlar için uğraşıp çabalarlar. Ama bu gibi şeylere ulaşıldığında, çok geçmeden boşluğun halâ orada olduğunu, onun dipsiz bir kuyu olduğunu anlarlar. O zaman başları gerçekten dertte olur, çünkü artık kendilerini aldatamazlar. Aslında, aldatabilirler ve bunu yapıyorlar da, ama bunu yapmak giderek zorlaşır.

Egosal zihin yaşamınızı yönettiği sürece, gerçek rahat ve huzur'dan yoksun kalırsınız. İstediğiniz bir şeyi elde ettiğiniz, bir arzuyu doyuma uğrattığınız o kısa zamanlar dışında, doyum içersinde olamazsınız.

Ego, sadece bir şeylerden alınan benlik duygusu olduğundan, dışsal şeylerle özdeşleşmeye, sürekli savunulmaya ve beslenmeye ihtiyaç duyar. En yaygın ego özdeşleşmeleri;
- mal-mülk,
- yaptığınız iş,
- toplumsal statü,
- itibar,
- bilgi,
- eğitim,
- fiziksel görünüm,
- özel yetenekler,
- ilişkiler,
- kişisel ve ailesel geçmişler,
- inanç sistemleri,
- siyaset, milliyetcilik, ırkcılık
.. ve diğer ortak özdeşleşmeler.

Bunların hiçbiri gerçek kimliğiniz değildir.

Bütün bunları bilmek bir çare olabilir mi? Belki bu sizin için inanılması güç bir şey ve ben asıl kimliğinizi bulmanız için bu anlatılan gerçeklere inanın ve hayatınızı hemen değiştirin demiyorum, bunu siz bilirsiniz. Fakat bütün bunları, er ya da geç zaten bırakmak zorunda kalacaksınız. Öümün yaklaştığını hissettiğinizde, ister istemez bazı şeylerin farkına varacaksınız. Ölüm siz olmayan her şeyin soyulup gitmesidir. Yaşamın sırrı "ölmeden ölmek," ve ölüm diye bir şeyin olmadığını görmektir.

Şimdi'de olun, kendinizi zihinde aramayın

Şimdide olun

Zihnin sorunları, zihin düzeyinde çözülemez. Bir kez temel işlev bozukluğunu anladığınızda, öğrenmeniz, ya da anlamanız gereken herhangi bir şey kalmaz. Zihnin karmaşıklıklarını incelemek, sizi iyi bir psikolog yapabilir, ama bunu yapmak, tıpkı deliliğin incelenmesinin, akıllılığı yaratmaya yeterli olmadığı gibi, zihnin ötesine götürmeyecektir. Bilinçsizlik hali zihinle özdeşleşmektir ki, o sahte benliği, ego'yu yaratır, onu var'lıkta köklenen gerçek benliğinizin yerine geçirir.

Ego'nun gereksinimleri hiç bitmek bilmez, o kendini savunmasız ve tehdit altında hisseder, bu yüzden korku ve istek hali içinde yaşar. Bir kez bu temel işlev bozukluğunun nasıl çalıştığını anladığınızda, artık onun tüm tezahürlerini araştırmaya, onu karmaşık bir kişisel sorun haline getirmeye gerek kalmaz.

Ego, elbette, bunu sever, o daima kendi illüzyonik benlik duygusunu desteklemek ve güçlendirmek için, bağlanacağı bir şey arar, böylece sizin sorunlarınıza seve seve bağlanır. İşte bu yüzden, birçok insanın benlik duygusunun büyük bir bölümü, kendi sorunlarına yakından bağlıdır. Bir kez bu olduğunda, onların istedikleri son şey bu sorunlardan kopmaktır; çünkü bu, sahte "ben"liğin kaybı anlamına gelecektir.

Acı ve ızdıraba bir hayli bilinçsiz ego yatırımı olabilir. Ancak bir kez bilinçsizliğin kökeninin ne olduğu anlaşıldığında, onun hemen dışına çıkar, orada mevcut hale gelirsiniz. Orada mevcut olduğunuzda, zihinle karışmadan, o an'ın olduğu gibi olmasına izin verebilirsiniz.

Zihin, kendi başına işlev bozukluğuna sahip değildir. O olağanüstü bir mekanizmadır. İşlev bozukluğu, kendinizi zihinde aradığınızda ve onu gerçek benliğinizle karıştırdığınızda ortaya çıkar. İşte o zaman, o egosal zihin haline gelir ve tüm yaşamınızı ele geçirir.

Zaman illüzyonu - Soru ve Cevaplar

Zaman illüzyonu

"Zihinle özdeşleşmekten kurtulmak, neredeyse olanaksız gibi görünür. Hepimiz kendimizi kaptırmış durumdayız. Bir balığa uçmasını nasıl öğretebilirsiniz ki?"

..diyebilirsiniz. İşte bunun anahtarı: Zaman illüzyonu'nu sona erdirin. Zaman ve zihin birbirinden ayrılmaz. Zamanı zihinden ayırın, zihin durur ve onu kullanmadıkca öyle kalır.

Zihninizle özdeşleşmeniz, zamanın kapanına kısılmanız anlamına gelir: bu neredeyse yalnız bellek ve beklentiyle yaşamaya zorlanmaktır. Bu zihninizin geçmiş ve gelecekle aralıksız meşgul olmasına ve şimdiki an'ı kabullenme, onurlandırma (şükretme) konusunda isteksizliğe neden olur. Bu zorlanma, bu dürtü, geçmişte size bir kimlik verdiği ve gelecek için kurtuluş/doyum vaad ettiği için, ortaya çıkar. Bunların her ikisi de illüzyondur.

Soru: Ama, bir zaman duygusu olmadan, bu dünyada nasıl işlev yapabiliriz? Artık ulaşmak için çaba gösterilecek bir hedef olmayacak ve ben kim olduğumu da bilmeyeceğim, çünkü bugünkü kimliğimi oluşturan şey geçmişimdir. Zaman değerli bir şey ama, onu boşuna harcamak yerine, akıllıca kullanmayı öğrenmemiz gerekmiyor mu?

Zaman hiç de değerli bir şey değil, çünkü o bir illüzyon. Sizin değerli olarak algıladığınız şey, zaman değil, zamanın dışındaki tek noktadır: "şimdi". Geçmiş ve gelecek üzerinde ne kadar odaklanırsanız, şimdi'de var olan en değerli şeyden uzaklaşırsınız.

"Şimdi" neden en değerli şey?

Birincisi, o var olan her şey ve tek şeydir. Şimdiki an içinde, tüm yaşamınız gelişir ve o değişmez olan tek etkendir. Yaşam şimdidir, yaşamınızın şimdi olmadığı bir zaman olmamış ve olmayacaktır. İkincisi "şimdi", zihnin sınırlarının ötesine götürebilecek tek noktadır. O sonsuz ve şekilsiz varlık alemine tek giriş noktanızdır. Hiç bir şey, "şimdi"nin dışında var olamaz!

Soru: Ne de olsa geçmiş, şu anda kim olduğumuzu ve her şeyi nasıl algıladığımızı ve davranışlarımızı belirler. Geçmiş ve gelecek, şimdi kadar, hatta bazen daha da gerçek değil midir?

Söylediğim şeylerin özünü henüz kavrayamadınız, çünkü onu zihinsel olarak anlamaya çalışıyorsunuz. Zihin bunu anlayamaz, bunu sadece içinizdeki Tanık anlayabilir, lütfen sadece konsantre olup dinleyin.

Siz şimdi'nin dışında bir şey deneyimlediniz mi? Bir şey yaptınız mı? Bir şey düşündünüz mü? Ya da bir şey hissettiniz mi? Ve bunu yapabileceğinizi zannediyormusunuz? Herhangi bir şeyin şimdi'nin dışında vuku bulması mümkün mü? Yanıt aşikârdır, öyle değil mi?

Hiçbir şey geçmişte vuku bulmamıştır; o şimdi'de vuku bulmuştur. Hiç bir şey gelecekte vuku bulmayıp, şimdi'de vuku bulacaktır. Sizin geçmiş olarak düşündüğünüz şey, eski bir şimdi'nin zihinde depolanmış anılarıdır. Geçmişi hatırladığınızda, bir anıyı yeniden canlandırır ve bunu şimdi yaparsınız. Gelecek ise, hayal edilen bir şimdi'dir, o zihnin bir projeksiyonudur. Gelecek geldiğinde, şimdi olarak gelir. Gelecek hakkında düşündüğünüzde, bunu şimdi yaparsınız.

Geçmiş ve gelecek, kendi başına bir realiteye, bir gerçekliğe sahip değildir. Tıpkı ayın kendi başına bir ışığa sahip olmayıp, sadece güneşin ışığını yansıtabilmesi gibidir. Geçmiş ve gelecek yalnız ebedi şimdi ışığının solgun yansımalarıdır. Onların realitesi şimdi'den ödünç alınmıştır. Benim burada söylediğim şeyin özü, zihin tarafından anlaşılamaz. Onu kavradığınız anda, zihinden Var'lık haline, zamandan an'da mevcudiyete doğru bir bilinç değişimi olur. Birden, her şey size canlı gelir, enerji yayar, Varlığı yayar.

Spiritüel boyutun anahtarı - Şimdi

Bilinçli mevcudiyet

Yaşamı tehdit eden acil durumlarda, zaman içindeki durumdan, an'daki mevcudiyete doğru bilinç değişimi meydana gelebilir. Geçmişe ve geleceğe sahip kişilik, bir an için geri çekilir ve onun yerini sessiz, ama uyanık ve tetikte olan yoğun bilinçli mevcudiyet alır. O durumda nasıl bir tepki gösterilmesi gerekiyorsa, bu bilinç halindeyken ortaya çıkar.

Bazı insanların dağcılık, otomobil yarışı gibi tehlikeli spor faaliyetlerine katılmalarının sebebi, kendileri bunun pek farkında olmasalar da, bu faaliyetlerin onları şimdi'de zamandan, sorunlardan, düşünmekten, kişiliğin yüklerinden, özgür olan, o yoğun ve canlı halde "ol'maya" zorlamasıdır.

Bu faaliyetler sırasında şimdiki andan bir saniye bile uzaklaşmak, ölüm anlamına gelebilir. Ne yazık ki, onlar bu hal içinde olabilmek için, bir faaliyete bağlı olarak muhtaç durumdalar. Ama, bu canlılığı yakalamak için dağların zirvelerine tırmanmanız gerekmez. Siz bu hal içine hemen şimdi girebilirsiniz.

Kadim zamanlardan beri, tüm geleneklerin spiritüel üstatları spiritüel boyutun anahtarı olarak şimdi'ye işaret etmiş, fakat buna rağmen, o görünüşte bir sır olarak kalmıştır. O kesinlikle kiliselerde ve tapınaklarda öğretilmez. Eğer siz bir kiliseye giderseniz, İncil'den,

..gibi sözlerin okunduğunu duyabilirsiniz. Bu öğretilerin derinliği ve radikal doğası anlaşılıp kabul edilmemiştir. Görünüşte hiç kimse bu öğretilerin yaşanması ve böylece derin içsel değişim/dönüşüm meydana getirmesi için verilmiş olduklarını idrak etmemiştir.

Şimdi'de, zamanın yokluğunda, tüm sorunlarınız ortadan kalkar. Izdırabın zamana ihtiyacı vardır; o şimdi'de varlığını sürdüremez.

Zen üstadı Rinzai, öğrencilerinin dikkatini zamandan uzaklaştırabilmek için, sık sık parmağını kaldırıp yavaşça şöyle sorardı:

"Şu anda eksik olan nedir?"

Bu zihin düzeyinde bir yanıtı gerektirmeyen güçlü bir sorudur. O sizin dikkatinizi derinden şimdi'ye çekmek için tasarlanmıştır. Zen geleneğinde benzer bir soru da şudur:

"Eğer şimdi değilse ne zaman?"

Şimdi, ayrıca, İslam'ın mistik kolu olan Sufizm (tasavvuf) öğretisinin de merkezini oluşturur. Sufıler'in,

"Sufi, şimdiki anın çocuğudur,"

..diye bir deyişi vardır. Ve Sufizm'in büyük şairi ve öğretmeni Mevlâna Celâleddin Rumi şöyle der:

"Geçmiş ve gelecek Tanrı'yı bizim gözümüzden saklar; her ikisini de ateşe atıp yakın."

On üçüncü yüzyılın spiritüel öğretmeni Üstat Eckhart tüm bunları çok anlamlı özetlemiştir:

"Zaman, ışığın bize erişmesini engelleyen yegane şeydir. Tanrı ile aramızda zamandan daha büyük bir engel yoktur."

Kaynak:

Eckhart Tolle kitaplarından alıntılar