Bayrak Bayrak
Free counters!

Sahte Benlik Duygusu

Ben dediğinizde, sözünü ettiğiniz şey asıl kimliğiniz değildir!

ben kelimesi, benim, benimki, kendim

Sese dökülüp ağızdan yayılsın, yada sadece düşünceler olarak kalsın, kelimeler, üzerinizde neredeyse hipnotik bir etki yapabilir. Kendinizi sözcüklerin içinde kaybeder, her hangi bir şeyi, bir kavram ile bağdaştırdığınızda, o şeyin ne olduğunu bildiğiniz inancına kapılırsınız. Gerçek şu ki: Ne olduğunu bilemezsiniz, yalnız gizemi bir etiketle örtersiniz. Hiç bir şey, bir kuş, bir ağaç, hatta bir taş ve hepsinden öte İnsan, asla tam olarak bilinemez. Bunun nedeni, zihinle kavranamayacak bir derinliğe sahip olmasıdır.

Hepimiz algılıyabilir, deneyimleyebilir ve düşünebiliriz, fakat bunlar yalnız gerçekliğin yüzeydeki katmanları, yani bir buzdağının görünen ucudur. Yüzeydeki görünüşün altına indiğinizde, her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu görmekle kalmaz, aynı zamanda tüm hayatın "Kaynak" ile de bağlantılı olduğunu bilirsiniz. Bir taş, bir çiçek, veya bir kuş bile, size Tanrıya - kaynağa ve kendinize uzanan yolu gösterebilir. Ona baktığınızda, elinizde tuttuğunuzda ve isimlendirmeye kalkışmadığınızda, içinizde bir hayranlık, bir huşu uyanır, size kendisini özüyle anlatır.

Büyük sanatçıların sezdikleri ve sanat eserlerinde yansıtmayı başardıkları şey budur. Van Gogh şöyle demedi: "bu sadece eski bir sandalye." O sandalyeye baktı, baktı, baktı, sandalyenin varlığını hissetti, sonra tuvalinin karşısına geçip, gördüklerini boyaları ile aktardı. Sandalyenin kendisi, muhtemelen bir kaç dolardan fazla etmezdi, ama aynı sandalyeyi duyguyla yansıtan tablonun fiyatı bugün 25 milyon dolardan fazla.

Dünyayı kelimeler ve etiketlerle doldurmadığınızda, insanlığın düşünceyi kullanmak yerine, düşünceye esir olduğu, boşuna zaman kaybettiği, mucizevi bir duygu hayatınıza geri döner. Hayatınız müthiş bir derinlik kazanır, nesnelere bir yenilik, bir tazelik gelir.

En büyük mucize ise, bütün kelimelerin, düşüncelerin, zihinsel etiketlerin ve imgelerin ötesinde, kendi özbenliğinizi deneyimlemektir. Bunun olması için, "ben" duygunuzu, yani kendinizi tanımladığınızı düşündüğünüz şeyle oluşan kördüğümü çözüp, ayırmanız gerekir.

Nesnelere, insanlara, ya da durumlara, sözel yada zihinsel etiketler yapıştırmakta ne kadar aceleci davranırsanız, gerçekliğiniz o kadar sığ ve cansız olur. Aynı zamanda, kendinizi gerçeklikten uzaklaştırır, etrafınızda kendini belli eden yaşam mucizeleri de birer birer yok olur. Bu şekilde "akıl" elde edilebilir, ama "bilgelik" kaybolur. Aynızamanda mutluluk, sevgi, yaratıcılık ve canlılık da kaybolur. Bütün bunlar, algıyla yorum arasındaki hareketsiz boşlukta sıkışıp kalır.

Kelimeleri ve düşünceleri elbette kullanmak zorundayız, onların da kendi güzellikleri var, ama onların esiri olmak zorunda değiliz. Kelimeler, "gerçekliği" insan zihninin kavrayabileceği bir boyuta indirger ve emin olun ki, bu da çok derin bir boyut değildir.

"Ben" kelimesi, nasıl kullanıldığına bağlı olarak, hem en büyük hatayı, hem de en derin gerçeği içinde barındırır. Geleneksel kullanımıyla, dilde en sık kullanılan kelimelerden biridir. Günlük kullanımda "ben", kim olduğunuzla ilgili yanlış bir kanıyı, sahte bir kimlik duygusunu beraberinde getirir, bu egonun ta kendisidir.

Ego nedir?

Latince bir kelime olan Ego, "ben", "benlik", "kendilik" demektir. Bencillik (ego), zevk temelli istekler ve aşırı ısrarcı temel enerjinin çıkış noktası olup, insan zihninin katmanlarıdır. Temel ve ilkel benlik ana kaynağı cinsellik, açlık gibi ihtiyaçların bencilce doyurulmasıdır. Egonun, bireyi diğerlerinden ayırt eden göreceli soyut bir varlığı vardır. Dürtülerini iç isteklerini, tutkularını, içsel enerji kaynaklarını içine alan çok boyutlu bir komplekstir.

Hakikat olarak algılanan göreceli her şeyi, kıyas yoluyla mutlak gerçekliği anlama aracı olarak kullanır. Varoluş fonksiyonu, organizmanın kendi sınırlarını bilme kapasitesinden, deneyimlerinden bilgi toplayarak, çıkarımlarda bulunmasından, içinde yaşadığı çevreye uyum sağlama kapasitesinden türevlenir. Bu kapasiteler, içgüdüsel olarak, dürtüler halinde diğer canlılarda değişik seviyelerde kendini gösterir. Ancak insanda bu kapasiteler, dürtüler, istekler, eğilimler, biyopsikososyal gelişim esnasında, ego dediğimiz bir yapı şeklinde kristalize olup örgütlenir.

Ego, hem öznel, hem de toplumsal yaşamda, bireyin kendini tanımlayıp, anlamlandırabileceği ve koruyabileceği içsel işleyen bir referans noktası oluşturur. Sosyal ve sosyo-kültürel çevrenin etkilerleye uyumlanan ve şekillenen benlik katmanıdır. Çevrenin inanç sistemleri, ahlak anlayışları, kendi gerçekliği ile karşılaştırılır ve filtrelenir, böylece kontrol etme fonksiyonları oluşur. Çevreden insana gelen uyarılar, ego filtrelerinde süzüldükten sonra, cevap üretilir; düşünce, duygu ve davranış tarzları şeklinde etkileri gözlenir.

Bireyi, ötekine karşı içsel koruyucu ve düzenleyici olan ego, iç ve dış gerçekleri, ya göz ardı eder, ya inkar eder, ya da tahrif eder (aslını bozar).

Otomatik işleyen, ancak irade ve bilinçle kontrol edilen bu mekanizmalar, psikolojide ego savunma sistemleri olarak adlandırılır. İnsanların her biri, farklı ego filtrelerine ve kişilik ekranlarına sahiptir.

Bu sahte benlik duygusu, yalnız uzay ve zamanın gerçekleriyle ilgili değil, aynızamanda insan doğasıyla ilgili derin görüşler geliştirmiş olan Albert Einstein'ın "optik bilinç yanılsaması" olarak adlandırdığı şeydir. Bu sahte benlik duygusu, gerçekliğin tüm yanlış yorumlarını, tüm düşünce yöntemlerini paylaşımları ve ilişkileri de peşinden sürükler. Gerçekliğiniz, ilk *illüzyonun bir yansıması haline gelir.

*İllüzyon=Yanılsama. Gerçek bir nesnenin duyular üzerindeki izlenimlerinin yanlış değerlendirilmesi.

İyi haber şudur ki: Eğer bir illüzyonun, illüzyon olduğu anlaşılırsa, illüzyon çözülür. Bir illüzyonun anlaşılması, onun sona ermesi demektir. İllüzyonun varlığını sürdürmesi, onu gerçek sandığınız süre içersinde mümkündür. Kim olmadığınızı anladığınızda, gerçekte kim olduğunuz kendiliğinden ortaya çıkar. Ego dediğimiz sahte benliğin mekaniklerini incelediğimiz bu ve bir sonraki bölümleri okurken, bu deneyimi kısmen yaşayabilirsiniz.

Sahte benliğin doğası nedir?

Sahte benliğin doğası

"Ben" dediğinizde genellikle sözünü ettiğiniz şey, gerçek kimliğiniz değildir. İnanılmaz bir basitleştirmeyle "ben" dediğiniz her seferinde, gerçek kimliğinizin derinliğini, zihninizdeki "ben" düşüncesiyle ve "ben"i tanımladığınız her şeyle karıştırırsınız.

Peki "ben" kelimesini ve "benim", "benimki", "kendim" gibi ilgili kelimeleri kullandığınızda, genelde sözünü ettiğiniz şey nedir?

Bir çocuk anne babasının ağzından ismini duyduğunda, zaman içinde bu kelimeyle bir özdeşlik kazanır ve zihninde kimliği ile ilgili bir düşünce biçimlenir. O aşamada, bazı çocuklar kendilerinden üçüncü şahısmış gibi söz ederler; "Johnny acıktı". Çok geçmeden, büyülü "ben" kelimesi öğrenilir ve kendi kimlikleriyle özdeşleştirdikleri isimlerin yerine bu kelimeyi geçirirler. Sonra başka düşünceler gelerek, ilk "ben" düşüncesi ile birleşir.

Sonraki aşama "ben" ve "benim" düşüncelerini, bir şekilde "ben"in parçaları olan düşüncelerle birleştirmektir. Bu kendini nesnelerle tanımlamadır, ama zaman içinde, nesnelere benlik duygusu katan bu kelimeler, gerçek kimliği ortadan kaldırır. "Benim" oyuncağım kırıldığında, yada kaybolduğunda, korkunç bir acı hissedilir. Bunun nedeni oyuncağın çok özel bir değere sahip olması değil, çocuk zaten çok geçmeden o oyuncağa olan ilgisini kaybedecektir, bunun asıl nedeni "benim" düşüncesidir. Oyuncak, çocuğun "ben" düşüncesi ile, yada benlik duygusuyla özdeşleşmiştir.

Çocuk büyürken, ilk "ben" düşüncesi, başka düşünceleri kendine çekmeye başlar: Kendini cinsiyetle, mülkiyetle, vücuduyla, milliyetiyle, ırkıyla, dini ve mesleğiyle tanımlar. "Ben"in kendini tanımladığı diğer şeyler, bilgi, ya da görüşler, sevilen ve sevilmeyen; baba, anne, karı koca vb. gibi rollerdir.

Geçmişte başıma gelenler, "bana" olanlardır ve bu anıların düşünceleri, "ben" düşüncesiyle birleşerek, "ben ve geçmişim" duygusunu yaratır. Bunlar insanların kimlik duygularını aldıkları şeylerden sadece bazılarıdır. Sonuçta benlik duygusunun eklendiği ve rasgele birarada tutulan düşüncelerden daha fazlası değildir. Bu zihinsel yapı, normalde "ben" derken kastettiğiniz şeydir. Daha da açık söylemek gerekirse: "Ben" dediğinizde, çoğu zaman konuşan siz değilsiniz; o zihinsel yapının, ego- benliğin bazı yönleridir. Uyanışı gerçekleştirdiğinizde, yine zaman zaman "ben" kelimesini kullanacaksınız, ama bunu benliğinizin çok daha derinlerinden hissederek yapacaksınız.

Çoğu kişi, kendilerinini halâ düşünce akımlarıyla, takıntılı düşüncelerle tanımlamakta ve bu düşüncelerin çoğu anlamsızdır. Kendi düşünce sistemlerinden ve beraberinde getirdikleri duygulardan ayrı tuttukları bir "ben" yoktur. Ruhsal açıdan bilinçsiz olmanın anlamı budur.

Kafalarında sürekli konuşan bir ses olduğu söylendiğinde, "ne sesi"? der, bunu inkâr ederler; ama aslında bunu yapan düşünücü zihindir, neredeyse kontrollerini ellerinden almış gibidir. Bazılarımız, kendimizi ilk kez düşüncelerimizden ayırdığımızda, kısa bir süre için de olsa kimlik değişimi yaşadığımız zamalar olur. Diğerleri kimlik değişiminin farkında olamazlar, bunu yaşadıkları içsel huzura, veya mutluluğa bağlarlar.

Ego'nun bütünlük arayışları

Egonun bütünlük arayışı

Egosal zihnin ayrılmaz bir parçası olan duygusal acı'nın başka bir veçhesi de, derinlere gömülü bir yoksunluk, bir eksiklik, bir bütün olma'ma duygusudur. Bu olgu kendisini bazı insanlarda bilinçli, bazılarında bilinçsiz gösterebilir. Eğer bilinçliyse, sürekli tedirginlik ve değerli olmamak, ya da yeterince iyi olmadığını hissetmek şeklinde tezahür eder. Eğer kişi bilinçsiz ise, dolaylı olarak arzu, istek ve ihtiyaç şeklinde hissedilir. İnsanlar her iki durumda da içlerinde hissettikleri bu boşluğu doldurmak için, ego'nun doyumunun ve özdeşleşecek şeylerin peşine düşerler. Böylece temelde kendilerini daha iyi hissetmek, daha tamam hissetmek için malın mülkün, paranın, başarının, güc'ün, ün'ün ya da özel bir ilişkinin peşine düşer, bunlar için uğraşıp çabalarlar. Ama bu gibi şeylere ulaşıldığında, çok geçmeden boşluğun halâ orada olduğunu, onun dipsiz bir kuyu olduğunu anlarlar. O zaman başları gerçekten dertte olur, çünkü artık kendilerini aldatamazlar. Aslında, aldatabilirler ve bunu yapıyorlar da, ama bunu yapmak giderek zorlaşır.

Egosal zihin yaşamınızı yönettiği sürece, gerçek rahat ve huzur'dan yoksun kalırsınız. İstediğiniz bir şeyi elde ettiğiniz, bir arzuyu doyuma uğrattığınız o kısa zamanlar dışında, doyum içersinde olamazsınız.

Ego, sadece bir şeylerden alınan benlik duygusu olduğundan, dışsal şeylerle özdeşleşmeye, sürekli savunulmaya ve beslenmeye ihtiyaç duyar. En yaygın ego özdeşleşmeleri;
- mal-mülk,
- yaptığınız iş,
- toplumsal statü,
- itibar,
- bilgi,
- eğitim,
- fiziksel görünüm,
- özel yetenekler,
- ilişkiler,
- kişisel ve ailesel geçmişler,
- inanç sistemleri,
- siyaset, milliyetcilik, ırkcılık
.. ve diğer ortak özdeşleşmeler.

Bunların hiçbiri gerçek kimliğiniz değildir.

Bütün bunları bilmek bir çare olabilir mi? Belki bu sizin için inanılması güç bir şey ve ben asıl kimliğinizi bulmanız için bu anlatılan gerçeklere inanın ve hayatınızı hemen değiştirin demiyorum, bunu siz bilirsiniz. Fakat bütün bunları, er ya da geç zaten bırakmak zorunda kalacaksınız. Öümün yaklaştığını hissettiğinizde, ister istemez bazı şeylerin farkına varacaksınız. Ölüm siz olmayan her şeyin soyulup gitmesidir. Yaşamın sırrı "ölmeden ölmek," ve ölüm diye bir şeyin olmadığını görmektir.

Kaynak:

Eckhart Tolle kitaplarından alıntılar