Madde, birbirini sıkıca tutan moleküllerden oluşuyor. Atomlara gelince, onlar birer güneş sistemi gibi. Ortaların içinde artı yüklü protonlar ve yüksüz nötronlardan oluşan birer çekirdek var, etrafında eksi yüklü elektronlar kendi yörüngelerinde dönüyor. Bunu basite indirgeyerek şöyle tasavvur edebiliriz: Atom çekirdeğini oluşturan protonlarla nötronlar ve etrafında daireler çizen elektronlar arasında çok boş yer vardır. Yani her atom, aslında bir miktar “katı” parçacıktan oluşuyor ve epeyce boşluktan. Çekirdeği incelediğimizde, benzer şeyin onu oluşturan parçacıklar için de geçerli olduğunu görüyoruz.
Bu karmaşık yapı, milimetrenin milyonda biri (1/1.000.000) kadar çapta bir hacmin içinde yer alıyor. Peki atomun aktif varlığı olan çekirdek, atomun hacmi içinde ne kadar yer kaplıyor? Çekirdeğin yarı çapı, atomun yarı çapının on binde biri (1/10.000). Bu hesaba göre çekirdeğin hacmi, atomun hacminin on milyarda biri. (1/10.000.000. 000) Geri kalan kısmı boşluk.
Hacim olarak yalnız on milyarda bir yer kaplayan çekirdeğin kütlesi, atomun kütlesinin % 99,95’idir. Her çekirdek, o atomun bir nevi kara deliğidir. Hayal etmesi zor ama, atomun çekirdeği, bir bezelye büyüklüğünde olsaydı, elektronların kılıfı yüz yetmiş metre uzakta olurdu. Yani bizim “gördüğümüz” şeylerin çoğu, sadece boşluk. Tuttuğumuz, okşadığımız, kırdığımız her şey ve kendimiz de dahil olmak üzere büyük ölçüde, belki de tamamen boşluktan ibaretiz. Onu bizim için somut hale getiren ise, yoğunlaşan enerji. Bu enerji alanları, mikroskopik ötesi derinliklere indikçe, daha küçük parçacıklar ve daha büyük boşluklar toplamını, bizim için tanıdık madde kılığına sokuyor.
Sonuç olarak çeşitli enerji titreşimlerini algılıyor, bu bilgileri beynimizde sabit bir tasarıma dönüştürüyoruz. Neredeyse tüm insanlar, benzer şekilde çevirdiklerinden, cisimleri de benzer şekilde görür ve hissederler. Mesela renkler, titreşim enerjisi olarak gözümüze ulaşır, orada elektrik tetiklemeye dönüşür ve beynimiz “gördüğümüz biçimleri” üretir. Hatta değişik renk frekansları, bazı farklı duygular oluşturup, içimizde dalgalanmalara yol açar. Bu yüzden madde, her zaman aynı ısıya sahip olmasına rağmen, bazı renkleri soğuk, veya sıcak diye adlandırırız.
Her algıladığımız görüntü biçimi, enerjiden oluşur ve aynızamanda başka bir enerji biçimine dönüşebilir. Bu yasa, enerjinin hiç kaybolmadığını, yalnız şekil değiştirdiğini gösterir. Enerji değiştirilebilir, nakledilebilir ama yok edilemez. Doğa filozofu Demokrit, (M.Ö 460-371) Dünyada hiçbir şeyin gerçekten kaybolmadığını, yalnız değiştiğini keşfetmişti. Bugünün fizik bilgisi hala bu teoriye dayanır.
Madde, nasıl başka biçimlere, yada bir enerjiye dönüşüyorsa, daha önce görünmez olan bir enerji'de, maddeye dönüşebiliyor. Ayrıca formların/şekillerin değişimini etkileyebiliriz. Yani enerji, bilinçaltı sayesinde yönetilebilir ve muhafaza edilebilir. Ne hayal ediyorsak, o maddeye dönüşür ve her dilek, bir enerjidir. Dilek gönderilir ve dilek kendini gerçekleştirmek ister, yani maddeye dönüşmek ister. Yayılan düşünceler ne kadar yoğun ise, enerji o kadar güçlü olur. Ne kadar güçlü duygu yüklenilirse, o kadar itici güç oluşur.
Maalesef negatif düşünceler içinde bu böyledir. Bizim ne düşündüğümüz, enerjinin umurunda değildir. Enerji, iyi ile kötü arasında ayırım yapmaz, ahlâk nedir bilmez ve yargılamaz da, neye dönüştüğü umurunda değildir, yalnız biçim değiştirir.
İşte bu sebeple olumsuz enerji aldığımızda, dengemiz bozulur, olumlu enerji aldığımızda, ruhumuz güler. İşte bu sebeple bitkiler, Mozart’ın su akışlı konçertolarını dinlerken, daha hızlı serpilir, Wagner’in öfkeli senfonisi çalınca güdük kalırlar.
Enerjiyi dokunarak (iterek, vurarak, çekerek vs.) iletmiyoruz. Tüm evren saf enerji olduğundan, her şey iletken malzeme görevi yapıyor. Sese yüklenince, titreştirdiği hava moleküllerinin çarpması sayesinde, kulak zarımızca yakalanıp, elektrik sinyalleri olarak beynimize kodlanan, ekrana yazılınca ışık molekülleri ile gözümüzün arkasındaki sarı noktaya transfer edilip, yine elektrik sinyalleri olarak beynimizde izdüşümü alınan kelimeler en belli başlı iletken aracı.
Bir tek kelimede, insanın dengesini alt üst etme gücü var. Bir tek kelime ile, insanın gününü aydınlatmak, yada karartmak kendi elimizde, fakat kendimiz dokunulmaz değiliz. Yolladığımız kelimenin ekosu, bize mutlaka geri döner. Bazen kelimeye yüklediğimiz anlam değil de, o kelimeyi yolladığımız insanın ona yüklediği anlam karmaşa yaratabilir. Ya da, aşk, güven, dostluk gibi güzellikleri.
Kelimelerimizi çok dikkatli seçmemiz gerekiyor. Özellikle karşımızdakini bilerek, ya da bilmeyerek incittiğimizi fark ettiğimizde. Hayatı daha güzel, daha az stresli hale sokmak, çok çaba gerektirmiyor. Ağızdan çıkan basit bir “özür dilerim” ya da kırıldığımız zaman karşımızdakini kazanmayı hedefleyen yalın bir “bu hareketinle beni ne kadar kırdığının farkında mısın” uyarısı, dünyayı çok daha yaşanılır hale getirebilir.
Eylemden önce düşünce gelir, yani önce düşünür, sonra eyleme geçersiniz. Düşünceler ise enerjidir ve gerçek tezahürlerdir. İnsanlar „kötü“ dediğimiz şeyleri düşünerek, onları yaratmış olur. Dünyada cehennemi düşünmek, onu alın terinizle inşa etmek, onu yaratmaktır. İnsanlar önce bu gibi olumsuz şeyleri düşünür, sonra onlardan korkar, nihayet onları oluşturacak kadar güçlü bir düşünce enerjisi yaratır, sonra bu enerjiyi yönlendirir.
Düşünceler bir varlık yaratamaz, ama düşünceleri ile enerjileri bir araya toplar ki, bu da çok güçlü bir işlevdir. Bu hayır için de, şer için de yapılabilir. Burada yaratılmış bir şey yoktur, bu yüzden bu enerji dağılabilir.
Bir düşünce, kasıtlı bir eylemdir. Amaç, yeni enerji, yeni fikir, yeni umut, yeni yönelimler getirerek, bu uyumsuzlukları etkisiz kılmaktır.
Önemli olan düşüncenin taşıdığı niyettir. Eğer bir insana sevgi yollarsanız, niyet budur. Eğer bunun karşılığında bir şey beklerseniz, ona yine de sevgi yollayabilirsiniz, ama niyetiniz bu değildir. Bu tamamen ne beklediğinize bağlıdır.
Mutluluk, insan hayatının olumlu düşünceleridir. Olaylara karşı önyargısız ve olumlu yaklaşmak, sağlıklı bir hayat biçimidir. Olumsuz düşünceler ise, hasta ve yoz ilişkilere yol açar. Yakalandığımız her hastalığı düşünce kalıplarımızla kendimiz yaratırız. Eğer o düşünce kalıbını keşfedip, değiştirebilirsek, sahip olduğumuz rahatsızlık ve hastalık da ortadan kalkmış olur. Sahip olduğumuz düşünceler ve kullandığımız cümleler, kelimeler, bu aşamada yaşamımızı ve deneyimlerimizi oluşturur. Yani şu anda seçtiğimiz düşünceler ve sözler, yarını, ertesi günü, ayları ve yılları, yani geleceğimizi oluşturur.
Eğer zor insanlarla karşılaşırsanız, size saldırıda bulunurlarsa, onlara karşılık vermek, sinirlenmek, kızmak, acı sözler söylemek, hiç bir işe yaramaz. Hissettiklerinizi, hiç düşünmeden dışarı vurmak, bir karşıtlık ortamı yaratır ve olumsuz duyguları tetikler. Saldırıda bulunan kişiye bir fatura ödetirseniz, onunla birlikte siz de bir fatura ödersiniz.
İnsanların amaçlarını fark edip, soğukkanlılığınızı muhafaza edin, sizi kurban etmelerine izin vermeyin. Soğukkanlı, güvenli ses tonu ile, bir tutam mizah katarak konuşun. Yapmaya çalıştıkları şeyin farkında olduğunuzu gösterin. Size söylenenlerin temelde doğru olup olmadığını analiz etmeye çalışın, eğer doğru payı var ise, şikayetleri anında sona erdirmek için özür dileyerek, münakaşayı daha başlamadan sona erdirin. Duruma dikkat çektiği için, karşı tarafa teşekkür etmekten çekinmeyin.
Önemli olan haklı, ya da haksız olmak değildir. Kavga ve çekişmelerin, kazananı yoktur. Ya kaybedersiniz, ya da daha çok kaybedersiniz. Önemli olan kalp kırmamak, yargılamadan iletişim kurabilmektir. Haklı olsanız dahi, özür dileyecek kadar asil olabilmektir. Egonuzu (kişiliğinizi) kontrol edemediğiniz sürece, o sizi kontrol eder ve Dünya sizin olsa, asla mutlu olamazsınız.
Ne verirseniz onu alırsınız, ne ekerseniz onu biçersiniz, hangi dişüncelerde yoğunlaşırsanız - düşündüğünüz her ne ise, hayatınızda o var olur. Eğer insanlara kuşku ve küçümsemeli davranırsanız, onlarda aynı şekilde cevap verir. Saygılı davranışlar, uzun vadede size geri döner.
İradeniz karşısında hiç bir şey imkansız değildir. Yeterince israr ettiğiniz takdirde, istediğiniz her şeye ulaşabilirsiniz. Ne olursa olsun, olumlu bir bakış açısı muhafaza ediniz.
Çekim yasası, istenileni'de, istenilmeyeni'de hayatımıza çeker. Yani sizin bir şeyi iyi ya da kötü algılamanızla, veya olmasını isteyip, istememenizle ilgilenmez. Yalnız odaklanmış olduğunuz düşüncelerinize cevap verir. Neyi düşünür, ya da neye odaklanırsanız, onu alırsınız. Eğer kendinizi kötü hissediyorsanız, “Kendimi çok kötü hissediyorum.” sinyali yayarsınız. Bu durumda ruh haliniz tamamen kötü bir hale bürünecektir. Eğer bir şeyden hoşlanmıyorsanız ve sürekli yakınıyorsanız, yakındığınız şey size daha çok yaklaşacaktır. Olaylara karşı pozitif bir bakış açınız var ise, pozitif kişi, olay ya da durumları kendinize çekersiniz.
En çok hasta olanlar, hastalıktan en çok bahsedenlerdir. Bolluktan en çok bahsedenler ise, bolluk içinde olanlardır.
Günlük yaşanan sayısız olayları, zaman zaman şans ve şanssızlıklara bağlar, uğur getiren nesnelere inanırız. Herhangi bir rakam yada sayı, herhangi bir hayvan türü, yerleşen sabit fikirler, periler, melekler, vampirler, şeytanlar. Bu gibi inançlar, insanların günlük yaşamının bir parçası olmuştur. Bazı istatistiklere göre dünyada her yedi kişiden biri, yaşamını bu gibi batıl inançlar üzerine kurmuş.
Bazı nesneler, bitkiler ve hayvanlar güzel şekillerinden dolayı sempati kazanmış, bazı çirkin olarak nitelendirilen nesneler, bitkiler hayvanlar, batıl inançlara malzeme olmuş, bazı hareket biçimleri de uğursuzluk olarak değerlendirilmiştir. İşte bunların en yaygın olanlarından bazıları;
Tavşan ayağı, taşımanın şans getirdiğine inanılırdı. Sonraları bu sevimli hayvanlara kıyılması şanssızlık getirebilir inanışı ağır basmaya başladı.
Boynuz, nazara karşı birebirdir. Ancak erkeğin aşk maceralarında düş kırıklığı ve başarısızlığına karşı kullanılır.
4 yapraklı yonca zor bulunur. Batı dünyasında kutsal bir yaprak olarak anılır, kurutup kitap arasında saklamak, ömür boyu şans getirir. İrlandalılara göre kem gözlerden korur.
Ceketin düğmesini yanlış iliklemek şanssızlık olarak kabul edilir, birisine doğru iliklemek ise uğursuzluk sayılır.
Gökkuşağı. Gökkuşağına bakmak, kötülüklerden korur. Ancak elle işaret etmek uğursuzluk sayılır.
Makas, elde ikiye bölünürse, aşkta hüsrandır, elden ele verilirse, kavgayı simgeler.
Şemsiye. Kapalı yerlerde gereksiz yere açmak, şanssızlık getirir.
Terlik. Terliğin tekinin ters dönmesi, uğursuzluk sayılır, hemen düzeltmek veya diğerini de ters çevirmek gerekir.
Yüzük. Genç kızlara yüzük armağan etmek, bekâr ve evde kalma riski yaratır. Serçe parmakta taşımak, büyüyü uzaklaştırır, orta parmakta taşımak uğursuzluk çağırır.
Nazar boncuğu, nazara karşı bir simgedir. Nazara vesile olabilecek gözlere - bakışlara karşı korur.
Tırnak: Gece tırnak kesmek, şeytanı çağırır.
Sağ ayağı ile, yere basarak yataktan inmek, günün iyi geçmesini sağlar. Mekândan sağ ayakla çıkmak, da aynı inançla ilgilidir. Buna karşın, sol ayakla bu işlerin yapılması, uğursuzluk olarak değerlendirilir.
Ayna kırmak, yedi yıl belaya eş değerdir, kişi bekârsa yedi yıl evlenememekle karşı karşıya kalabilir.
Tahtaya üç kez vurmak, nazarı engellemektir. Üç kez kulak memesini çekmek de, ‘‘başa gelmesin, nazardan saklasın’’ anlamını taşır.
Sarımsak, evlerin duvarlarına asılmıştır. Nazardan saklar, mutluluk vaad eder.
Merdiven altından geçmek, uğursuzluk sayılır. Yine de oradan geçmek gerekiyorsa, seksek atlayarak geçilir.
Nal: en tanınmış uğur getiren nesnedir. Bir ingiliz atasözüne göre fırtınaya, şimşek çakmasına, yangına karşı, nazara karşı, büyüye karşı kullanılır. Satın alınmaz, bulunması gerekir.
"Uğur" ve "Şans" diye kelimelerin altında yatan inançların var olduğunu kimse inkar edemez. Şans, uğur, şanssızlık, kader, tesadüf, yürekten istedim oldu, işim rast gitti gibi kavramları hepimiz biliriz. Peki şans'ın oluşmasında bizim de katkı payımız var mı? Evet, tabiki var, şansı yakalamanın temel kaideleri var. Sağduyulu bir insan için hiç bir şey tesadüf değildir. İnsan dev bir mıknatıs gibidir, mıknatısın kutupları gibi frekansı ile uyumlu şeyleri kendine çeker, uyumsuz olanları kendinden uzaklaştırır. Sorun şu ki, insanların birçoğu, istemediği bir sürü şeyi düşünür, sonra neden bütün bu düşündüğü olumsuzlukların tekrar tekrar başına geldiğini merak eder.
Kaynaklar:
Anthony Robbins - "İçindeki Devi Uyandır"
Eckhart Tolle - "Var Olmanın Gücü"
Mümin Sekman - "Her şey Seninle Başlar"
Joseph Murphy - "Bilinç Altının Gücü"
Rhonda Byrne - "The Secret"
Matthew Kelly - "%100 Kendini Olun"
Louise Hay - "Düşünce Gücüyle Tedavi"
J. Ensing Addington - "%100 Düşünce Gücü"
islaminesil.com/madde-saf-enerji