William Shakespeare, İngilizce edebiyatı ve Dünyanın seçkin drama oyun yazarı olarak kabul edilir. Günümüze ulaşan eserleri, bazı ortaklaşa yazılanlarla birlikte 38 oyun, 154 sone, iki uzun öykü şiir, "John Combe" için iki kitabe, "Elias James" için bir kitabe ve diğer birçok şiirinden oluşur. Shakespeare Stratford-upon-Avon'da doğmuş, 18 yaşında, Anne Hathaway ile evlenmiş ve üç çocuğu olmuştur. 1585 ile 1592 arası, Londra'da bir aktör, yazar ve Lord Chamberlain's Men (sonra King's Men) adında bir tiyato şirketinin sahibi olarak, başarılı bir kariyere başlamış.
Bilinen eserlerin çoğu 1589 ile 1613 yıllarında üretilmiş, ilk oyunları çoğunlukla komedi ve tarih üzerinedir. 16. yüzyıl sonunda, kültür ve sanatın zirvesine yükselmiştir. Daha sonra 1608'e kadar trajedilere yönelip, İngilizce'nin en iyi ürünlerinden bazıları kabul edilen Hamlet, Kral Lear, Othello, ve Macbeth'i yazmıştır.
Korkudan yediğim lokma boğazımdan gitmeyecekse,
Her gece uykularımı korkunç rüyalar saracaksa,
Varsın her şey çığrından çıksın,
Bu dünya da yıkılsın, öteki dünya da,
İnsana rahat nefes aldırmayan kuruntularla,
Beynimizi bir işkence masasına çevirmektense,
Ölüp rahat etmek daha iyi,
Rahat etmek için öldürdüklerimizle.
İnandıramaz aynam yaşlandığıma beni.
Değil mi ki doğduğunuz aynı gün, gençlikle sen,
Örtünce vaktin kırışıkları seni,
Ecelden medet umarım ömrüm bitsin diye.
Varlığına o eşsiz güzelliği giysen de,
Gönlümün urbasından başka şey giyemezsin.
Yüreğim sende çarpar, yüreğin çarpar bende,
Demek ki bana göre yaşlısın diyemezsin.
Onun için, sevgilim, kendine bakman gerek,
Nasıl ki ben bir hiçim bakmak dururken sana,
Yüreğin bende diye üstüne titreyerek,
Olmuşum yavrusunu esirgeyen bir ana.
Gönlüne bel bağlama, gönlümü yok edersen,
Geri almak yok diye onu sen verdin bana.
Dünya bir sahne ve bütün erkekler ve kadınlar sadece birer oyuncu.
Girer - çıkarlar, bir çok rolü birden oynar kişi,
Bu oyun insanın yedi çağıdır.
Dadısının kollarında agucuk yaparken,
ilk rol bebeklik çağıdır,
sonra mızıkçı okul çocuğu,
Çantası elinde, yüzünde sabahın parlaklığı,
Ayağını sürterek okula gider.
Daha sonra iç çekişleri ve sevgilinin kaşlarına yazılmış şiirleriyle
aşık delikanlı gelir.
Sonra asker olur, garip yeminler eder.
Leopara benzeyen sakalıyla onurlu ve kıskanç,
Savaşta atak ve korkusuz,
Topun ağzında bile şöhretin hayallerini kurar.
Sonra hakimliğe başlar,
Şişman göbeği lezzetli etlerle dolu,
Gözleri ciddi, sakalı önemli kesim.
Bilge atasözleri ve modern örnekler verek konuşur,
Rolünü böyle oynar.
Altıncı çağında palyaço giysileriyle,
Gözünde gözlüğü, yanında çantası,
Gençliğinden kalma pantalonu zayıflamış vücuduna bol gelir.
Ve kalın erkek sesi, çocukluğundaki gibi incelmiştir.
Son çağda bu olaylı tarih sona erer.
İkinci çocukla her şey biter.
Dişsiz, gözsüz, tatsız, hiç bir şeysiz.
Yaradan, kadın yüzü çizmiş sana eliyle,
İstek dolu sevgimin efendisi dilberi,
İnce kadın yüreğin öğrenmemiş hile,
Bilmez kadınlardaki kancık döneklikleri.
Gözlerin daha parlak, kahpelikten yoksundur,
Neye bakarsa baksın, altın yaldız kaplatır,
Erkeklerin en hoşu, en hoş şeyler onundur,
Erkekleri büyüler, kadınları çıldırtır.
Seni önce kadın olarak yaratmış olsa,
Yaradan bile çılgın bir sevgi duyacaktı,
Ama bir hiç uğruna fazlalık verince,
Varlığına doymaktan beni yoksun bıraktı.
Değil mi ki kadınlar için yaratmış seni,
Sen sevgimi al, onlar sömürsün hazineni.
Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan,
Güneş kucağındadır, bilemezsin.
Arkan dönüktür, bir çocuk gözlerine bakar,
Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın.
Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın.
Uçar gider, koşsan da tutamazsın.
Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni.
Avuç açmaya değmez bu yangın yeri.
Değilmi ki, çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değilmi ki, yoksullar mutluluktan habersiz,
Değilmiki, ayak altında insanlığın onuru.
O kızoğlankız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru.
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş.
Değilmi ki, korkudan dili bağlı sanatın,
değilmi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene.
Doğruya doğru derken, eğriye çıkmış adın.
Değilmi ki, kötüler kadı olmuş Yemene?
Vazgeçtim bu dünyadan. Dünyamdan vazgeçtim ama,
seni yalnız koymak var, bu koyuyor adama.
Kendimi her zaman mutlu hissederim.
Neden biliyor musunuz?
Çünkü kimseden bir şey ummam, beklentiler daima yaralar.
Hayat kısadır, öyleyse hayatınızı sevin.
Mutlu olun ve gülümseyin.
Konuşmadan önce dinleyin, kendiniz için yaşayın,
Yazmadan önce düşünün, harcamadan önce kazanın,
Dua etmeden önce bağışlayın, incitmeden önce hissedin,
Nefret etmeden önce sevin, vazgeçmeden önce çabalayın,
Ölmeden önce yaşayın.
Hayat budur, onu hissedin,
Yaşayın ve hayattan hoşnut olun.
Var olmak mı, yok olmak mı? İşte asıl soru bu!
Düşüncelerimize katlanmak mı güzel,
Yoksa zalim kaderin yumruklarına, oklarına diretip,
Bela denizlerine karşı dur yeter, demek mi?
Ölmek, sadece uyumaktır.
Düşünün, yalnız uyumakla biter bu yüreğin acıları,
İnsanoğlunun çektiği tüm kahırları.
Uyumak iyi ama, uykuda düş görebilirsin, işte o kötü.
O ölüm uykularında yaşamak kaygısından sıyrıldığımız zaman,
Ne düşler görebilir insan, bunu düşünmeli.
Bu düşüncedir uzun yaşamayı cehennem eden.
Kim dayanabilir zamanın kırbacına?
Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine,
Sevgisinin kepaze edilmesine,
Kanunların bu kadar çabuk yürümesine,
İyi İnsanın kötülere kul olmasına?
Göğsüne bir bıçak saplayıp kurtulmak varken,
Kim ister bütün bunlara katlanmak,
Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek.
Ürkütmese insanın yüreğini,
Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa,
O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez Dünya.
Bilmediğimiz belâlara atılmaktansa,
Çektiklerine razı etmese insanı,
Yürekten gelen doğal rengini,
Bilinç korkak etmese.
Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor,
Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar,
Bu yüzden yollarını değiştirip,
Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyor.
Ama sus, bak güzel Ophelia geliyor.
Peri kızı, dualarında beni ve bütün günahlarımı unutma.
Serçenin ölümünde bile bir bildiği vardır kaderin.
Şimdi olacaksa, hiç bir şey yarına kalmaz,
Yarına kalacaksa, bugün olmaz,
Bütün mesele hazır olmakta.
Madem hiçbir insan bırakıp gideceği şeyin gerçekten sahibi olmamış,
Erken bırakmış ne çıkar, ne olacaksa olsun.
Öldüğüm zaman, yas tutma sevgilim,
Toprakta böceklere güldüğüm zaman,
Paslı sesiyle, ölüp gittiğimi duyurunca bir çan,
Öldüğüm zaman yas tutma sevgilim.
Aşkın da çürüyen gövdem gibi, yitip gitsin,
Bizden ne bir mektup kalsın, ne bir söz, ne de bir eşya,
Arkamdan da ağlama, unut gitsin adımı,
Göz yaşınla eğlenir, onu alıp - satar bu Dünya!
İnsanların çoğu, kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor,
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için,
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için,
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için,
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için,
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için,
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermedigi için,
Ve ölmekten korkuyor, yaşamayı bilmediği için.
Gariban bir aktör, gezinen bir gölgedir hayat,
Sahnede bir ileri, bir geri saatini doldurur,
Sonra duyulmaz olur sesi.
Bir masaldır, gürültücü salağın anlattığı,
Ki yoktur, hiç bir anlamı.
Dilediğine erer de sevinç duymazsa,
Boşuna harcamış olur insan kendini,
Yıkmakla kazandığın şey, kuşkulu bir mutluluksa,
Yıktığın hayat kendininki olsun daha iyi.
Tanrı beni ilk başta sana kul yaptı,
Sonra keyfine el koymayı kurmamı yasak etti.
Ya da özlem duymamı hesaplı zamanlara,
Kölenim ya, boş vaktin olsun diye bekletti.
Ah, bırak katlanayım, el pençe divan: değer,
Senin özgürlüğünün tutuklu yokluğuna,
Her mihnete sabreder, her azara baş eğer,
İncittin diye hiç suç yüklemez bile sana.
Sen nerde olursan ol, yetkin, güçlü, özgürsün,
Hâkimsin dilediğin gibi kendi vaktine,
Canın neyi isterse varsın o keyif sürsün,
Kendine suç işlersen kendin bağışla yine.
Beklemek cehennemdir, ama beklerim seni,
İyi kötü demeden, suçlamadan keyfini.
Sahiden uyuyor mu? Ahh, kim vurmuş kumrumu?
Ben geldim, civanım, yiğidim, kalk.
Kalksana, konuşsana, görmüyor musun?
Yoksa örttü mü, gözlerini kara toprak?
Bu zambak dudaklara, şu zeren yanaklara,
Acımadın mı hiç kahpe felek?
Aşıklar timsali, gözü pırasa yeşili,
Piremuz bırakıp gitti beni.
Hadi gel, tez canlı ecel,
Gel bana, geline gel,
Batır mum sarısı ellerini,
Batır benim de kanıma.
Madem kıydın canına,
Kopardın onun bamtellerini,
Konuşma artık, ey dil,
Sadık kılıç, naz etme, gel,
Odlara yanmış bağrımı dağla, bıçakla kendini.
Geldim yolun sonuna, uğurlar olsun bana.
A dostlar, kalın siz de sağlıcakla.
Semiramisin ülkesi Babilde yaşayan iki genç; birisi Tispe (Thisbe), diğeri Piremus (Pyramus) komşulardır. Çocuklukları birlikte geçer. Gençliğe adım attıklarında, arkadaşlıkları aşka dönüşür. Evlenmek isterler ama, birbirlerine yakın iki aile, gençlerin evliliğine izin vermekten uzaktır. Görüşmeleri yasaklanan Tispe ve Piremus gün kararıp herkes uykuya dalınca, sürekli evin duvarı arasında gizli yerde buluşurlar. Zaman geçtikçe birbirlerini görmek birbirlerine sarılmak, beraber uyuyup, beraber uyanmak isterler.
Akşam olunca, kentin dışında kalan büyük dut ağacının altında buluşmak için sözleşirler. Akşam üzeri sevgilisine kavuşmak için Tispe dut ağacına Piremus'tan erken gelmiştir. Heyecanla sevgilisini beklerken bir ses duyar. Arkasını döndüğünde, ağzında yediği avının kanlarıyla duran bir aslan görünce koşmaya başlar, omuzundan kayan şalı, dut ağacının yakınına düşer. Aslan Tispe'nin şalını şöyle bir dişleyip, kan izlerini şalın üzerine bırakıp uzaklaşır.
Dut ağacına koşarak gelen Piremus, ağacın altında sevgilisi yerine, kanlı şalını ve aslanın ayak izlerini görünce, aslan tarafından parçalandığını düşündüğü sevgilisi için acıyla Tanrılara haykırmaya başlar. Erkenden gelip sevgilisini koruyamamış, ölümüne engel olamamıştır. Onsuz yaşamaktansa ölmek daha iyidir. Tüm gücüyle kılıcını bedenine saplar. Yarasından fışkıran kanlar, dallardaki beyaz dutları kırmızıya boyar.
AAslanın uzaklaşmış olması ümidiyle dut ağacına geri dönen Tispe, sevgilisinin kanlar içinde yatan bedenini ve kanlı şalını görünce, içine bir ateş düşer, sel olur göz yaşları, yıkar taşları, toprakları, yaprakları, dutları. Kendisi için canını veren Piremustan hiç de geriye kalmaz kendi aşkı. Aynı kılıçla düşer cansız bedeni sevgilisinin üzerine.
Benzetebilir miyim seni bir yaz gününe?
Sen ondan daha sevimlisin, daha sakinsin.
Sert rüzgarlar hırpalar mayısın narin çiçeklerini,
Yaz ise pek çabuk geçer.
Bazen, kızgın parlar gözü semanın,
Bir karartıyla sık sık söner altın bakışı,
Her şey güzelliğini kaybeder,
Tabiat sebep olur bazen bu kararsız akışa.
Fakat senin ebedi yazın hiç sönmeyecek,
Dönmeyecek sendeki güzellik bir yalana.
Ölüm sana yaklaştı diye, öğünmeyecek,
Sen eşitken ebedi mısralarla zamana.
Görebildikçe gözler, yaşadıkça insanlar,
Seni yaşatmak için yaşayacak bu sözler.
Artmasını isteriz en güzel varlıkların, güzelliğin,
gül yüzü asla solmasın diye.
Bir güzel yaşlanıp da göçünce yarına,
Anısı yaşar yine körpecik yavrusuyla.
Ama can yoldaşındır kendi parlak gözlerin,
Kendi ateşin besler ruhunun alevini,
Kıtlığa çevirirsin bolluğunu her yerin,
Kendi düşmanın gibi, ezersin can evini.
Şimdi sen yeryüzünün taptaze bir süsüsün,
Varlığın çiçek dolu bahardan müjde taşır,
Ama kendi koncanda ruhunla gömülüsün.
Pintiliğin arttıkça kendi sonun yaklaşır,
Dünyaya acımazsan, oburlar gibi ancak,
Varlığın da, mezar da, güzelliği yutacaktır.
Kırk yılın kışı, güzel alnını kuşattı mı?
Kapladı mı yüzünü derin çukurlar artık?
Gençliğinin kibirli, süslü giyim kuşamı,
Beş para etmez olur, hırpani yırtık pırtık.
O zaman sorarlarsa güzelliğin nerdedir,
Dinç ve şen günlerinin hazinesi ne oldu,
Dersen yuvaların çökmüş şu gözlerdedir,
Bencillik utancıyla israfa övgüdür bu.
Kavuşur güzelliğin çılgınca alkışlara,
“Benim güzel çocuğum beni kurtarır,” dersen,
“Ve yüzümü ağartır ben yaşlandıktan sonra,”
Güzelliğinin onda sürdüğünü göstersen.
O, sen yaşlandığında yeniler varlığını,
Soğuktan donan kanın duyar ısındığını.
Aynaya bak da şunu gördüğün yüze söyle,
Sıra gelmiştir artık bir taze yüz yapmana,
Güzelliğini hemen yenilemezsen şöyle,
Yeryüzü yoksun kalır, lânetlenir bir ana.
Hiçbir güzel var mı ki el sürülmemiş rahmi,
Senin sürdüğün çiftin ekinini tepecek?
Sırf kendini sevmenin mezarını ister mi,
Geleceği ahmakça durdurur mu bir erkek?
Sen annenin aynası olmuşsun da o sende,
Bulmuştur gençliğinin güzelim baharını,
Kendi dinç varlığınla görürsün pencerende,
Kırışıklara rağmen, şu altın yıllarını.
İstersin ki varlığın unutulsun ve bitsin,
Bir kuru başına öl, izin de ölüp gitsin.
Savurgan güzel, nedir bu kendini harcaman,
Senin mirasın olan güzellikleri böyle?
Doğa temelli vermez, ödünç verir her zaman,
Eli açık olana borç verir içtenlikle,
Böyle yanlış kullanmak olurmu, güzel pinti,
Miras bırakman için sana bırakılanı?
Kar etmeyen tefeci bu koskoca serveti,
Niye tüketiyorsun yaşatmak varken canı?
Meraklısın kendinle içli dışlı olmaya,
Bu tatlı benliğin sırf aldatmaya yarar,
Vaktin geldi diyerek seni çağırsa doğa,
Vereceğin hesapta elle tutulur ne var?
Kullanmazsan gömülür güzellğin seninle,
Kullanırsan varisin olur sürer gider böyle!
Her gözün takıldığı o bir-içim-su yüzü,
Özenle, incelikle yaratan şu saatler
Birer zalim olup da vurunca yaman gürzü,
O eşsiz güzellikten kalmaz hiçbir hoş eser.
Durmak bilmeyen zaman, yaz'ı söküp götürür,
Yok eder iğrenç kışın kucağına atarak,
Özsu, ayazda donar, sağlam yapraklar çürür.
Güzellik kar altında, her yöne çıplak, çorak.
Özsuyu çiçeklerden çekip almamışsa yaz,
Cam duvarlar içine kapatmamışsa onu,
Güzel göçüp gidince güzellikten iz kalmaz.
Gelir, kendisi gibi, anılarının sonu.
Özsuyu çekilmişse, kış gelince o çiçek,
Kupkuru kalsa bile, tatlı özü sürecek.
Gençliğin günden güne kalırken gerilerde,
Bir yavru yaratırsan alsın diye yerini,
Dinçken can verirsen o körpe can ilerde,
Senden göçen gençliğe varıp yaşatır seni.
Böyle sürecek akıl, güzellik ve başarı,
Yoksa cinnet, yaşlanmak, çürümek var yer altında.
Hiç kimse düşünmese gelecek kuşakları,
İnsanlık sona erip giderdi üç batında.
Dünya çoğalmak için doğmayanlarla dolu,
Kaknem, kakavan, kaba: kısırlıktan bitsinler,
Yaradan vermiş sana en iyiyi, en bolu,
Bu cömert aramağana cömertce karşılık ver,
Seni kendine mühür yapmış, bunu böyle bil,
Sen de eşler yap diye, ölüp git diye değil.
Düşünüyorum da, dünyada büyüyen ne varsa,
Bir an tutunabiliyor yetkinlik noktasında,
Şu koca sahnede sergilenen tüm oyunlarsa,
Gizliden gizliye hep yıldızların etkisinde.
Bakıyorum'da, bitkiler gibi çoğalıyor insanlar,
Aynı gökten açılıyor ya da kapanıyor yolları,
Gençlikte kabarıyor, inişe geçince sönüyorlar,
Silinmeye başlıyor, akıllardan gösterişli günleri.
O görkemli gençliğin geliyor gözlerimin önüne,
Savruk zaman belki çöküşle tartışmaya girdi bile,
Gençlik gününü, karanlık geceye döndürsek mi diye.
Ama sevgin uğruna zamanla savaşı sürdüren ben,
yeniden aşılıyorum sana, o ne götürürse senden.
Yaşlısın deseler de bana, inanmam aynalara,
Gençlik ve sen aynı yaştasınız ya.
Ama zamanın yol yol izler açtığını görürüm de sende,
Anlarım, er geç bana da gelip çatacak ölüm.
Seni baştan ayağa saran şu güzellik var ya,
Yüreğimin en gösterişli örtüsü de işte o benim.
Güğsünde yaşadıkça yüreğim, yüreğinse ben de arttıkça,
Kim der ki, nasıl diyebilir ki, senden yaşlıyım?
Yeni doğmuş yavruyu sakınır gibi ebesi,
Taşıdığım yüreğin üstüne ben nasıl titreyeceksem,
Nasıl sakınacaksam kendimi, kendim için değil, senin için.
Öyle sakın işte sen de kendini, ey sevdiğim,
Geri gelir sanma yüreğin, benim yüreğim öldükten sonra,
Bana vermiştin onu, unutma, geri almamak üzere bir daha.
Korkudan sahnede eli ayağına dolaşıp,
Rolünü şaşıran kötü bir oyuncu misali.
Ya da azdıkça içine sığmayan öfkesi taşıp,
Kendi yüreğini zayıf düşüren çılgın biri gibi.
Mutlaka unutuyorum, kendime güvenim olmadığından,
Tam olarak söylemeyi aşk oyununun sözlerini,
Ve aşkımın yükü öylesine ağır geliyor ki bana,
Kendi aşkımın gücü karşısında eziliyorum sanki.
O halde, nedemek istediğimi bakışlarım anlatsın,
Konuşan gönlümün sessiz sözcüsü olsun onlar,
Aşkımı onlar açığa vursun, derdime çare arasın,
Öyle ki, hiç kalsın yanında, durmadan konuşanlar.
Ah, sessiz aşk neler yazmış, öğren artık okumayı,
Aşkın sırrına ermişler bilir gözleriyle duymayı.
Gözlerim ressam rolünü aldı ve kabartma çizgilerle,
Güzelliğinin biçimini gönlümün levhasına çıkardı,
Bedenime gelince, o da bu resmin çerçevesi oldu işte.
Malum, resmin konumundan bilinir usta ressamın sanatı,
Seni olduğu gibi yansıtan resim nerde diyorsan,
Ressamın içine bakıp hünerini orda görmelisin,
Camlarının parlaklığını senin gözlerinden alan,
Göğsümdeki sergide asılı resme ulaşmalısın.
İşte bak gözler, gözler için neler yapıyor,
Gözlerim senin şeklini çizdi,
Seninkilerse, gönlüme açılan birer pencere,
güneş de bayılıyor onlardan içeri bakmaya, sen varsın diye içerde.
Ama gözlerin sanatında yine de bir eksiklik var,
Gördüklerini çiziyorlar yalnız, yüreği tanımıyorlar.
Bazen geçmiş günlerden kalanları anarım
Bir araya gelince hoş sessiz düşünceler;
Aradığım şeylerin yokluğuna yanarım
Gönlümü yitenlerle çektiğim yaslar deler:
Yaş bilmeyen gözlerim boğulur da yaşlara
Ölüm gecesindeki sevgili dostlar için
Depreşir yüreğimde nice kapanmış yara
Yitip gitmiş yüzlere inlerim için için.
Geçmiş yaslar yeniden beni yürekten vurur
Acıları saydıkça bir bir içim kan ağlar;
Gönlüm eski dertleri anıp çile doldurur.
Borcum bitmemiş gibi yine keder borcum var.
Ama sevgili dostum seni andım mı yeter:
Bütün yitenler döner bütün acılar biter.
Sevgisinin kepaze edilmesine,
Kanunların bu kadar çabuk yürümesine,
İyi insanın kötülere kul olmasına,
Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken?
Kim ister bütün bunlara katlanmak,
Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek,
Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa,
O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya,
Ürkütmese yüreğini?
Bilmediğimiz belâlara atılmaktansa,
Çektiklerine razı etmese insanı?
Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi:
Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor
Yürekten gelenin doğal rengini.
Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar
Yollarını değiştirip bu yüzden,
Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.
Ama sus, bak güzel Ophelia geliyor.
Peri kızı dualarında unutma beni,
Ve bütün günahlarımı
Yola koyuldum ama, ilerlemek ne de zor,
Şu yorucu yol var ya, ben sonuna vararak,
Rahata kavuşmayı umarken, şöyle diyor:
“Sen ne kadar gidersen dostun o kadar ırak.”
Beni götüren hayvan, üzüntümün yorgunu,
Güçbelâ yürür, benim dert yükümü taşırken,
Zavallı, bir sezgiyle öğrenmiş sanki şunu.
Binicisi hız sevmez senden uzaklaşırken,
Kanlı mahmuzum bile onu öne süremez,
Sağrısını öfkeyle bazen dürtükleyince,
Yalnız inilder de, başka yanıt veremez,
O, derisini deşen mahmuzdan keskin bence.
Çünkü o inleyişten şu doğuyor kafamda,
Benim derdim önümde, sevincimse arkamda.
Kölen olmuşum senin, elden başka ne gelir,
Gece gündüz el pençe divanım buyruğuna,
Geçirdiğim saatler baştan başa bir hiçtir,
Sen buyurmuş değilsen çabalarım boşuna.
Senin için, sultanım, saatleri gözlerken,
Ben kimim ki, küseyim sonu gelmez günlere,
Kara kara düşünmem, acı çekmem özlerken,
Uğurlar olsun dersen kölene sen bir kere,
Ben kimim ki, kıskanıp kuşkulanıp sorayım,
Kimle içli dışlısın, nedir yaptığın işler,
Derdim günüm put gibi düşünmeden durayım,
Mutlu kıldıklarını bilmek içime işler.
Öyle körkütük sadık bir köledir ki sevda,
Seni kötü göremez bin kötülük yapsan da.
Ağır gözkapaklarım, yorgun gece içinde,
Hayalinle apaçık kalsın, dileğin bu mu?
Sana benzer gölgeler, gözümle eğlensin de,
Keyfince parçalayıp geçsinler mi uykumu?
Gönderdiğin, ruhun mu canevinden uzağa,
İşlerime gözkulak olsun, düşürsün diye,
Aylak saatlerimi, utancımı tuzağa,
Hasedine, kuşkuna yardakçılık etmeye?
Hayır, sevgin çoksa da büyük değil o kadar,
Benim kendi aşkımdır vermeyen uyku durak,
İşte öz sevgim, dirlik düzenliğimi bozar,
Senin uğruna bana hep nöbet tutturarak.
Ben bekçinim, sen başka yerlerde uyanıksın,
Benden uzaksın, sana başkaları çok yakın.
Bir an sevinç duyarken, korkuyorum sonra hemen,
Haydut yıllar çalar götürür diye hazinemi;
Bir an, başbaşa kalmaktan öte bir şey istemezken,
Sonra diyorum ki, alem niye görmesin sevincimi?
Bazan, sana baka baka kendime çektiğim ziyafetle,
Doydum sanırken, bir bakışın açlığıyla ölüyorum sonra,
Senin bana verdiğin ya da verebileceğinden öte,
Ne bir şeyden zevk alıyorum, ne de çabalıyorum almaya.
İşte böyle, her gün hem açlıktan ölüyor, hem tıkanıyorum;
Ya oburca her şeyi yiyorum, ya da hiçbir şeye dokunmuyorum.
Hoşçakal! Değerin çok yüksek, tutamam seni,
Biliyorum kendine ne paha biçtiğini,
Özgürlüğe kavuştun alıp değer belgeni,
İptal ettik sendeki hakkımın senedini,
Nasıl tutarım seni, sağlamadan iznini,
Neyim var ki, hak edecek senin zenginliğini,
Bu eşsiz armağana kim layık görür beni?
Bana verilmiş berat, dönüp buldu vereni.
Sen vermiştin kendini, bilmeden değerini,
Ya da bana vermekle hata işlediğini,
Bir yanlış anlamanın sonucu hediyeni,
Ama, o yine buldu hatayı düzelteni.
Sen benimdin: rüyanın görkemleriyle doldum,
Ben uykuda sultandım, uyanınca hiç oldum.
Gün gelip artık bana değer vermez olduğunda,
Senin yanında yer alıp, kendime karşı çıkacağım,
Hor görüp, yüz çevirdiğin her zaman,
Haksızlık etsen de, senin hakkını savunacağım.
En zayıf yanlarımı en iyi ben bildiğime göre,
Çekinmeden açığa vurup arka çıkabilirim sana,
Kusurlarımdan hangisi benim için en büyük lekeyse,
Beni kaybederken, büyük şan kazanırsın aynı anda.
Üstelik bu işte benim için de kazanç var,
Çünkü seven düşüncelerim sana yöneldikçe daima,
İster istemez kendime vereceğim zararlar,
Sana yarar sağlarken, kat kat yarar getirecek bana.
Öyle bağlıyım ki ben sana, öyle ki sevgim,
Sen haklı olasın diye, her haksızlığı üstlenirim.
Ah, sen kalbimi ezdin geçtin gaddarlığınla;
Şimdi üstüme atma tüm kötülüklerini!
Beni gözünle değil, şu dilinle yarala,
Hileyle değil, gerçek gücünle öldür beni.
Gözüme baka baka, 'Sevdiğim başkası,' de;
Canım, başka bir yana çevirme o bakışı;
Türlü aldatmalarla yaralamak da niye,
Zaten savunma gücü nedir ki sana karşı?
Seni bağışlasam mı? Ah, sevgilim bilir ki
Güzelim bakışları olmuştur bana düşman.
Düşmanları hep benden öteye çevirir ki
Başkaları devrilsin o amansız oklardan.
Vazgeç, işte ben artık yarı ölüyüm ama,
Bak da büsbütün öldür beni, son ver acıma...