Kayaköy, Fethiye’nin en güzel ve en önemli yerleşim alanlarından biridir. Fethiye- Ölüdeniz yolunda, Hisarönü kavşağından, Kayaköy tabelasını takip edip, çamlar arasından giden bir yol ile, Kayaköye ulaşabilirsiniz. Veya Fethiye kalesinin arkasından güneye doğru 7 km.lik güzergahla, dağ yolundan bağlantı sağlanır. Kayaköy ve çevresini ayrıntılı incelemek bakımından, geldiğiniz yol ile değil de, diğer yol ile dönmenizi öneririz. Biraz dikkatli olursanız, her iki güzergahta da eski yolların bazı bölümlerini göreceksiniz.
Kayaköyü, onbirinci yüzyılda, Rumlar tarafından Likya uygarlığına ait "Karmylassos" kenti üzerine kurulmuş ve bu kentin ismi "Levissi" olmuş. Yaklaşık 25.000 kişinin yaşadığı köy, yirminci yüzyılın başına kadar varlığını sürdürmüş. Levissi'li Rumlar ticaret ve el sanatları ile geçimlerini sağlıyorlarmış. Marangoz, bakırcı, kalaycı, demirci gibi zanaatkarlar, Kayaköy'ün dışında mevsimlik olarak başka Türk köylerine çalışmaya giderlermiş. Bayanlar genellikle ev işleri ile ilgilenir, boş zamanlarında dokuma yaparlarmış. Kızlar ve erkekler ayrı ayrı okullarda Rumca eğitim alırlarmış. Daha yüksek eğitim için öğrenci; Rodos, İstanbul veya Atina'ya gitmek zorunda kalırmış. Okulların aksine, Türkler ve Rumlar aynı kahvelere gider, birlikte vakit geçirirler, ancak birbirlerinden kız alıp vermezlermiş.
Tüm kötülüklerin anası savaş, Kaya Çukuru'nda dostça yaşayan, iki toplumu birbirinden ayırmış, kentinden, evinden, anılarından koparılan insanlar için pek çok acılar yaşatmış. 30 Ocak 1923 tarihinde, Türk ve Yunan hükümetleri ile yapılan "Halkların karşılıklı değişimi" anlaşmasına göre, Levissi Kentini terk eden Rumlar, bölümler halinde Fethiye Limanından Yunanistan'a göç etmiş, yerlerine Batı Trakya'dan aynı kaderi paylaşan, ama daha az sayıda Türk göçmenler getirilmiş. Bu göçmenlerin çoğu Kayaköy'deki koşulları beğenmeyerek, Anadolu'nun başka yerlerine yerleştirilmiş.
Gerek göçü yaşayan Rumlardan, gerekse Kaya Köyü'nde kalan Türklerden, Levissi'nin canlı günleri hakkında bazı bilgiler toplanmış olup, bunların bir kısmı Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi'nin yayınları ile tanıtılmıştır. Kayaköy ve çevresinde antik döneme ait bazı kalıntılar mevcut, kuzeyde İsadan önce dördüncü yüzyıla ait, üç adet lahit mezar ile üzerindeki likçe yazılarla aynı sayıdaki kaya mezarları, yörede antik çağdan günümüze ulaşan en eski kalıntılar olarak gösterilir.
Levissi yerleşiminde yapılar belirli planlamadan uzak, arazinin eğimine uygun olarak, ışık ve manzara açısından birbirlerinin önünü kapatmayacak şekilde inşa edilmiştir. Yapılarda güneş kaygısından çok, kuzeydeki panoramaya açılma ön plandadır. Yerleşimin bütününde planlama ve zorlamaya gidilmemiş, doğal zemine uygun mekanlar yaratılmıştır. Gereksinimler basit uygulamalarla çözümlenmiştir. Yapılarda yöresel kırma taş ve Yukarı Kilisenin güney yönündeki mağaralardan elde edilen bir tür çimento ile kireçli harç kullanılmıştır. Bazı yapılarda kullanılan düzgün kenarlı büyük hacimli köşe taşları, başka yapılardan taşınmış izlenimi vermektedir.
Yapıların büyük çoğunluğunu evler oluşturmakta. Arazinin yapısına göre, tek veya iki katlı olarak inşa edilen evlerde, zemin kat genellikle ahır veya kiler olarak kullanılmıştır. Evlerin büyük çoğunluğu tek ve ikişer odalı mekanlardan oluşmaktadır. Üç odalı evlerin sayısı oldukça azdır. Evlerin girişinde genel olarak yaşam alanları ve sarnıçlar bulunmakta. Sarnıçların üzeri aynı zamanda ayrı bir mekan olarak kullanılmıştır. Yamaçlara tırmandıkça, aşağı kısımda bulunan sık ve dar planlı ev dokuları seyrekleşir, mekanlarda genişleme ve rahatlama görülür. Evlerin taban ve tavan döşemeleri ile kapı ve pencere doğramaları ahşaptır. Ancak mübadele sonrası terk edilen evlerin ahşap elemanları, yörede oturanlar tarafından sökülerek ya kendi evlerinde kapı ve pencere, ya da yakacak olarak kullanılmıştır. Çatıların tamamına yakını düz ve sıkıştırılmış topraktandır.
İç mekanlarda ocak, niş ve kornişlerden izler kalmıştır. Sarnıçlar ve tuvaletler evlerin dışındadır. Evin dışında bazen eve bitişik, bazen bahçenin bir köşesinde yapılan oval planlı tuvaletlerin gideri fosseptikte toplanmaktadır. Bahçeli evlerin bahçe duvarları sınır belirleme niteliğinde olup, hayli alçaktır. Evlerde banyo için herhangi bir mekan ayrılmamıştır. Temizlik, herhalde ya ahşapla bölünmüş dolap niteliğindeki gusulhanelerde, ya da evin iç mekanında leğenlerde yapılmış olmalıdır. Yerleşiminde kullanma suyu, evlerin çatısı üzerine yağan yağmur sularının toplandığı sarnıçlardan temin edilmiştir. İçme suyu ise, Levissi'ye Hisarönü Köyü yönünden girişte ve kızlar okulunun altında bulunan çeşmelerden alınmıştır. Turabi çeşmesi, önünden ve yanından geçen yollara revaklı cephe vermektedir. Çeşmenin üzerinde 1919 tarihli yapım kitabesi bulunmaktadır.
Yerleşimde ziyaretçiye görsellik sunan yapıların başında kiliseler gelmektedir. Orijinal ismi "Taksiyarhis" olan Yukarı Kilise, yerleşimin ortasına yakın hakim bir tepenin üzerinde kurulmuştur. Yüksek duvarlarla çevrili atrium, siyah-beyaz çakıl taşlarının oluşturduğu geometrik desenli mozaik döşeme ile kaplıdır. Genel olarak kırma ve kenarları düzlenmiş taşlarla kireçli harç kullanılarak inşa edilen kilise, dışta kalın pembe bir sıva ile kaplıdır.
Kapı ve pencere çerçeveleri mermerle kaplanmıştır. Üç kemerli narteksin bir bölümünün altında içi molozla dolmuş sarnıç bulunmaktadır. Tek nefli yapıya giriş, güney yönde batıya kaymış ve narteksten açılan kapılarla sağlanır. Yerleşimin batı sınırında bulunan orijinal adı Panayia Pirgiotissa olan Aşağı Kilise, günümüze dek daha iyi korunmuş olarak ulaşmıştır. Korunmasında en önemli etken, yapının 1960'lı yıllara kadar camii olarak kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Çevresi yüksek duvarlarla çevrili kilisenin bahçesine doğu yöndeki kapıdan girilir. Bahçenin güney-doğu köşesinde çan kulesi, kuzey-doğuda küçük bir mezarlık bulunmaktadır. Atrium tıpkı Yukarı Kilisede olduğu gibi, çakıl taşlarından oluşturulmuş mozaiklerle kaplıdır. Günümüze maalesef tamamı ulaşmamıştır. Bahçe duvarına güney yönden bitişik üç basamaklı oturma sırası, dini törenlerde ziyaretçilerin oturması için yapılmıştır.
Kiliselerin dışında iki ayrı okul binası, yerleşimin ortak yapılarından diğer grubu oluşturmaktadır. Kızlar ve erkeklerin ayrı eğitim aldığı Levissi'de Kızlar Okulu Turabi Çeşmesi'nin hemen üzerindeki yükseltide, Erkekler Okulu Yukarı Kilise'nin kuzey-batısındaki tepenin zirvesinde yer almaktadır. Halen Fethiye Müzesi'nde bulunan Kızlar Okulu'nun kitabesinde, yapıyı Lövisidi Kardeşlerin yaptırdığı belirtilmektedir. Sadece ilköğretimin yapıldığı okullarda öğrenim dili Rumca olarak okutulmuştur. Öğrenciler daha yüksek öğrenim için, Rodos, Atina ve İstanbul'a gönderilmişlerdir. Levissi'de tanımlanabilen yapılardan diğer grubu yel değirmenleri oluşturmaktadır. Yerleşimin güneyindeki sırtta batı şapelin yaklaşık 100 m. batısında bulunan yel değirmeni, denizden gelen rüzgarlara açıktır. Diğer yel değirmeni kaya çukurunun güney-batısında değirmentepe'nin zirvesinde bulunmaktadır.
İçten iki katlı olan yuvarlak planlı yel değirmenlerinden günümüze sadece beden duvarları ulaşmıştır. Yukarı Kilisenin kuzey kesimdeki boş alan ve çevresi, kentin ticari alanını oluşturmaktadır. Yapılar bugün tam olarak tanımlanamasa da kullanıldığı dönemde çevrede kahve, kasap, manav, bakkal, kumaşçı gibi dükkanların bulunduğu bilinmektedir. Kayaköy için günümüze kadar pek çok yazılar yazılmış, sempozyumlar, forumlar, konferanslar, toplantılar yapılmıştır. Gayet yerinde iyi niyetli girişimlerle Kayaköy; Türk-Yunan Dostluk Köyü ilan edilmiştir. Günümüz insanına yakışan da budur. Dostluğumuzu biraz daha ileriye taşıyarak Levissi yerleşimindeki metruk yapıları, doğanın insafına terk etmeden daha uzun yaşamlarını sürdürmek için uygulamaya geçmek samimiyetimizi perçinleyecektir.
Eski köyün yanından çıkan bir ara yoldan Ölüdeniz’e çıkılıyor. Bunun için çamlar arasından 5 km. kadar yürümek gerekiyor. Batı yönünde (Gemiler koyu istikametinde) 3 km. kadar ileride, denizden 400 metre yükseklikteki küçük bir mağara gözüküyor. Burada Afkule adıyla bilinen Hagios Elefterios Manastırının kalıntısı var. Elefterios adındaki keşiş, bu manastırı herkesten uzak bir yaşam yolunu tercih ettiği için inşa ettiği varsayılıyor. Eski zamanlarda manastırlar, kimsenin rahatsız etmemesi ve tehlikelerden korunmak için böyle yüksek ve gözden uzak yerlere kurulması tercih edilirmiş.
Keşişler hristiyanlığı en iyi şekilde yaşamaya gayret eden, bunun için inzivaya çekilip, manastırda günlerce tanrısal meditasyon yapan, hayatını hristiyanlığın şekillerine göre yönlendiren kişilermiş. Keşişin ölümünden sonra, tek katlı olan bu manastırın üzerine, bir kat ilave edilip, sarnıcı büyütülerek, daha kullanışlı hale getirilmiş. Keşişin hayatının sıkıntı içerisinde geçtiğinden bahsedilir. Manastırın bulunduğu noktanın manzarası çok güzel; Sonsuzluk hissi veren bir denizi gözünüzün önünde uzanmakta. Buradan İblis Burnu, Kurdoğlu Burnu, hatta açık havada Rodos Adası bile görülebiliyor.
Fethiye çevresindeki onlarca adadan biri de, Kayaköy’ünden batıya doğru devam eden yolun sonundaki küçük koyun karşısında yer alan Gemiler Adasıdır. Bu efsanevi Ada, Ölüdeniz'e 1 km, Kelebekler Vadisi'ne 5 km uzaklıktadır. Zirvesine ulaştığınızda, Ölü denizi, Kelebekler vadisini, Göçek körfezini görebilirsiniz. 240'larda meydana gelen büyük depremle sulara gömülen kısmında yattığı St. Nicholas da denilen adadır. Noel Babanın da bir dönem burada yaşadığına dair ortaçağ denizcilerinin rehber kitaplarında bazı efsanevi bilgiler vardır.
Ortaçağ’da önemli bir yerleşim yeri olduğu anlaşılan ada, boydan boya surla çevrili ve büyük ölçüde yıkılmış dört kilise, sivil yapı kalıntıları olan şapeller, mozaik yollar ve iki kilise arasında uzanan kısmen yıkılmış 1500 metre uzunluğunda bir tünel bulunmaktadır. En göze batan kalıntılar ise, Hıristiyanlık ve Bizans döneminden kalan deniz kıyısındaki sarnıç kalıntılarıdır. Tünel içindeki merdiven aralarına yerleştirilen 17 adet durağın, İsa peygamberin çarmıha gerilmek üzere götürülüşü sırasında 17 kez dinlenmesinden esinlenerek yapıldığı söylenmektedir. Bir süre önce Japon arkeologlara tahsis edilen ödenek ve imkanlarla bu tarihi adanın eski zenginliği biraz gün yüzüne çıkarılmış olsa da, sonradan ödenekler kesilince, öylece bırakılıp kaderine terk edilmiştir.
O dönem Hristiyan değil "Pagan" inanışına sahip ve Anadoluda egemen olan Roma askerleri, her yerde Ayatekla yer altı kilisesine bağlı ilk hristiyanları takip etmiş, yakaladıkları yerde yok etme eğilimine geçmişlerdir. Bir Grup Hrıstiyan, çoluk çocuğu ile Roma askerlerinden kurtulmak için Gemiler adasının karşısındaki tepelere kadar gelmiş. Roma askerleri onlara ulaşıp kıyım başlayınca, aralarından çoğu gece karanlığında yüzerek bu adaya sığınmış. Ortalık sakinleştiğinde, burada kalmaya karar verip, bir koloni kurmuşlar.
Bizans İmparatorluğu’nun, Hıristiyanlığı resmi din olarak kabulünden sonra, Avrupa ve İstanbul’dan Filistin topraklarındaki kutsal yörelere hac ziyaretlerinde büyük patlama olmuş, kara ulaşımının tehlikeli ve zahmetli yollarından ziyade, deniz yolculuğu tercih edilmiş. Korunaklı bir liman olan ve önemli azizleri barındıran, kiliselerin bulunduğu Gemiler Adası, bu nedenle önem kazanmış, hatta kutsal yerlerden biri olarak anılmaya başlanmış.
5. Yüzyıl’da önemli bir dini merkez durumuna gelen adanın 7. Yüzyıl’da Araplarca yakılıp, yıkıldığı kabul edilir. Şimdilerde yerli ve yabancı yatçıların uğrak yeri olan Gemiler Adası, en yüksek noktasında yer alan bir kilise (Zirve Kilisesi) nedeniyle Ortaçağ’da Aya Nikola adası olarak adlandırılmıştı. Zirve Kilisesinde yapılan kazılarda, geometrik desenlerle ve mitolojik olayların yer aldığı taban mozaikleri ortaya çıkarılmış ve büyük bir yangın sonucunda yıkıldığı anlaşılmış; bu da Arap akınlarının kanıtı olarak görülüyor. Adanın denizaltı faunası zengin, suları sıcak ve rengi turkuazdır.
Kaynak:
Sibel ve Ersoy Soydan.