İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından düzenlenen, “Her Hastalık Bir Hikayedir” yarışmasına, “Bir Doktor Kanser Olursa” başlıklı hikayesiyle katılarak, meslektaşlarına hastalığı sürecinde yaşadıklarını anlatan ve hayatını kaybeden Uzman Doktor Aydemir Yalman'ın vasiyet niteliğindeki hikayesi, tıp etiği derslerine konu oldu.
Hekim gözüyle kanser hastası olduğunu öğrendiğinde, neler yaşadığını anlattı: “Önce tek başıma, klinikten uzaklaşıp, bir cafeye gittim. Bir süre ne yapacağımı düşünmeye çalıştım. Beynimin içinde uğuldayan "bu andan sonrası yok" düşüncesi, sağlıklı karar vermemi engelliyor ve gözümün önüne sürekli bugüne kadar yaşadığım hayat geliyordu. 40 yıllık hekimdim, patolojik anatomi okumuştum ve oradan edindiğim bilgiler sonumun pek hayırlı olmayacağını söylüyordu”.
Yalman hikayesinde, tedavisi sırasında doktorların kendisine nasıl davrandığına ilişkin bilgiler veriyor.
Tümör konseyine girdiğinde, bırakın geçmiş olsun demeyi, yüzüne dahi bakılmadığını anlatan Yalman, hasta bir hekim olarak içinde bulunduğu çelişkiyi “Zaten başıma gelenlerin şokunu yaşarken, bir de hastalanan doktor olarak, ne kadar değersiz olduğumu düşünüyordum. Oysa onkoloji ile uğraşan doktorların ve sağlık çalışanlarının söyledikleri ilk söz, bu hastalıkta moral motivasyonun çok önemli olduğu değil midir?” sözleriyle özetliyor.
“Bir hekimin önce bir hasta olarak bir doktora başvurmasını,
sonra da hasta yakını olarak hastanede bulunmasının önemini bir kez
daha anladım.
● Bir hekimin hastasına, hele de kanser hastasına,
daha duyarlı yaklaşması gerektiğine inandım.
● Her hastanın bir birey,
bir insan olduğunun asla unutulmaması, en azından kendisiyle konuşurken,
yüzüne bakılması ve yazılı onay için yapılan bilgilendirmelerin, gerçek
anlamına uygun yapılması gerektiğine inandım. Çünkü, doktor olmama rağmen,
kemoterapi yapacakları açık açık anlatılmadığı için, ilk tedaviden sonra
panik atak geçirdim.
● Başta kanser hastaları olmak üzere, eğer mümkünse
tüm hastalara psikolojik destek sağlanmasının çok önemli olduğunu anladım.
Basit bir örnek verecek olursam, yazmaya başladığımda, yaşadığım olayları
tekrar hatırlamak beni çok rahatsız etti. Ama psikoloğum bunu yapabileceğimi
defalarca söyleyerek, beni yüreklendirdi ve sizlerle hastalık sürecimi
paylaşabildim.”
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nesrin Çobanoğlu, yaptığı açıklamada, Yalman'ın hikayesinin gelecek kuşaktaki hekimlerin eğitimi için önemli mesajlar içerdiğini vurguladı. Yalman'ın çok duyarlı ve etik açıdan düşünceli bir hekim olduğunu anlatan Çobanoğlu, Yalman'ın hikayesinin, hekimlere vasiyet niteliği taşıdığını belirtti. Hikayenin, hekimlerin hastalarla ilişkilerde empati kurmayı unutmaması gerektiğini güzel bir dille anlattığını ifade eden Çobanoğlu, derslerinde bu hikayeyi anlatmayı bir misyon olarak gördüğünü söyledi. Hikayenin gelecek kuşaktaki hekimlerin hastalarına yaklaşımını etkileyeceğine inandığını vurgulayan Çobanoğlu, şöyle devam etti:
“O hikaye gelecek kuşaklarda iyi hekimler yetiştirmek için önemli bir mesaj, zira önemli gözlemler var. Hekimin hastalık yaşantısı, her zaman hekimin empati becerisini artırır. Aydemir Bey'in de hastalığı ciddi bir hastalıktı. Hikayede, bir hekimin hekim gözüyle bunlarla baş etme çabası, yaşanılan aksaklıkları ortaya koyuyor.
Yıllarını hekim olarak geçiren insanın gözleminden dökülen bir hikaye. Tıp etiği mesajı diye algılıyorum ve çok önemli buluyorum. Sorumlu hekimlik davranışı, etik derslerimde kullanmaya başladım. 4. sınıf stajyer öğrencilerime okutmaya başladım. İleride de bu yönde olumlu gelişmeler olacağına inanıyorum.”
Ankara Üniversitesi Sosyal bilimler enstitüsü'nde, bilim tarihi ve tıp etiği dersleri veren Prof. Dr. Esin Kahya da, Yalman'ın hikayesinin hekimlik mesleği açısından önemine işaret ederek, kendisinin de derslerinde öğrencilerine bu konudan bahsettiğini belirtti. Hikayenin, bir hekimin hastalandıktan sonra, dünyaya hekim olarak değil de, bir hasta olarak baktığını“ ve meslektaşlarının bir hekime hasta gözüyle nasıl baktığını görüyoruz. Pozisyonlar değişince, muamelelerin de nasıl değiştiğini çok güzel bir dille anlatıyor” diye konuştu. Etik derslerinde hikayenin çok etkili olacağına inandığını vurgulayan Kahya, “Gençlerin bazı şeyleri bilerek yetişmesi gerekiyor; hekimlerin hastalarına kendi yakınları gibi davranmaları gerektiğini bu hikaye çok güzel özetliyor” dedi.
Her doktor öğrenciliği sırasında Otto Warburg'un buluşunu öğrenir. 1930'lu yıllarda Warburg kanserin en temel biyokimyasal sebebini, yani sağlıklı bir hücreyi, kanser hücresinden ayıran şeyin ne olduğunu bulmuştur. Bu, o kadar önemli bir buluştur ki, Otto Warburg'a Nobel Ödülü kazandırmıştır. Otto Warburg'a göre kanserin bir temel sebebi vardır. Bu da, vücudun normal hücrelerinin oksijenli solunumunun, oksijensiz -anaerobik- hücre solunumuyla yer değiştirmesidir.
Birincisi, kanser, normal hücrelerden farklı şekilde metabolize olmaktadır. Normal hücreler oksijene ihtiyaç duyar; kanser hücreleri oksijenden kaçınır. Hiperbarik oksijen terapisi alternatif kanser tedavisi uygulayan kliniklerde kullanılan bir yöntemdir. Bu buluşun bize anlattığı başka bir şey daha var, kanserin bir mayalanma (fermantasyon) süreciyle metabolize olduğudur. Kanserin metabolizması normal hücre metabolizmasından 8 kat daha büyüktür.
Yukarıda söylediğimiz her şeyi birleştirirsek ortaya şu tablo çıkıyor: Vücut, kanseri beslemeye çalışırken, mütemadiyen kapasitesinin üstünde çalışır. Kanser devamlı açlıktan ölmenin eşiğindedir ve vücuttan kendisini beslemesini talep etmektedir. Besin alımı kesilirse, kanser açlıktan ölmeye başlar. Tabii kendisini beslemek için vücudun şeker üretmesini sağlayamazsa.
Kaşeksia vücudun proteinlerden (yağlardan değil, karbonhidratlardan) "glükoneogenez"den, yani yeniden glükoz yapma işlemiyle, şeker elde etmesidir. Bu şeker, kanseri besler. Vücut sonunda, kanser hücresini beslemeye çalışırken, kendisi açlık çeker.
Kanserin şekerle beslendiğini öğrenmişken, onu şekerle beslemek size mantıklı geliyor mu? Bugün, kansere karşı uygulanan birçok besin terapisi mevcut, ama hiç biri işe yaramıyor, çünkü şeker ve kanser arasındaki bağlantı açıkca ortada. Bu terapilerde, karbonhidratlar bakımından zengin gıdalara izin verilmez. Terapilerin hiçbirinde şekere de izin verilmez, çünkü şeker kanseri beslemektedir.
Peki doktorunuz bu gerçekleri size neden söylemez? Kim bilir? Belki doktorunuz kanseri tedavi edecek kişinin siz değil, kendisi olduğunu düşünmektedir. Belki Otto Warburg'un buluşunu duymuştur, ama geri kalan parçaları tamamlayamamıştır. Belki de beslenmeyle ilgili hiçbir şey öğrenmemiştir.
Aslında 1978'e kadar ABD'nin resmi kuruluşlarından biri, beslenmenin kanserle bir ilgisi olmadığını iddia etmekteydi. Kanser ve şeker bağlantısından haberdar olanlar ise, dikkate değer terapilerle ortaya çıktılar. Bunlardan biri 'Laetrile'dir.
Kaşeksialı hastaların yüzde 50'den fazlasında glükoneogenez sürecini durduran hidrazin sülfat bunlardan bir diğeridir.
Bugün, Minnesota Üniversitesi kemoterapi alanında bir "akıllı bomba" üzerinde çalışmaktadır. Akıllı bomba diyebileceğimiz ilacın üzerinde bir kaplama vardır. İlaç, vücutta oksijensiz bir bölge ile karşı karşıya geldiğinde, bu kaplamayı üzerinden atar. Kanseri yok etmek için kemoterapiyi serbest bırakır. Çünkü, vücutta oksijensiz tek alan, kanserli bölgedir.
Kanser hücresini aç bırakmaya çalışan besin terapileri de vardır. Kanserin ne sevdiğini bilen hasta, bunları yemekten kaçınır. Kanser, çiğ yiyeceklerdense, pişmiş yiyecekleri sever. Pişirme işlemi, besinlerdeki enzimleri ve vitaminleri yok etmektedir. Bir de, kanserin şeker sevdiğini aklınızdan çıkarmayın, kanseri sevmiyorsanız, onu beslemeyin.
Şeker yerine tatlandırıcı kullanmak çözüm değil, tatlandırıcı kullanmayı düşünüyorsanız, başka bir tuzağa düşmüş olursunuz. Yapılan araştırmalarla tatlandırıcıların da vücuda ciddi zararları yol açtığı kanıtlanmış durumda. Örneğin, Amerikan gıda ve ilaç dairesi, sakarin içeren her türlü gıda maddesinin üzerine "sağlığa zararlıdır, hayvanlar üzerinde yapılan testlerde kansere yol açmıştır." ibaresinin konmasını şart koştu. Aspartam ve sükraloz gibi diğer tatlandırıcılar da, yan etkileri nedeniyle uzak durulması gereken gıdalar arasında. Ama maalesef hiç birinin üzerinde böyle bir ibare yok.
● Un ve
şekerden
kaçınarak insülin direncini yenin,
● Hiçbir şekilde tatlandırıcı
içeren 'light' hafif yiyecek ve içecek tüketmeyin,
● Katkı maddesi
ilave edilmiş, paketlenmiş gıdaları yemeyin.
● Bol taze sebze ve
meyve yiyin,
● Yeterli omega-3 alın; ayçiçeği, mısır, soya, pamuk
ve margarin gibi yağları diyetinizden çıkartın. Bunların yerine
zeytinyağı ve doğal hayvani yağları
tercih edin,
● Kefir, yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi
probiyotiklerden, yani faydalı mikroplar içeren zengin gıdalarla beslenin,
● Özgür dolaşan hayvanların etini ve yumurtasını yiyin,
● Pastörize
sütlerden mümkün olduğunca kaçının.
Kutu sütü tüketmeyin. Mümkünse
manda sütü kullanın. Süt yerine süt ürünlerini (yoğurt, peynir)
tercih edin,
● Günde iki diş sarımsak ve/veya 1 baş kuru soğan tüketin,
● Günde 1-2 tatlı kaşığı zerdeçal tozu tüketin,
● Şekersiz yeşil
çay tüketin,
● İyi uyuyun ve stresten uzak durun,
● Çevresel
toksinlerden ve sigaradan uzak durun,
● D vitamini düzeylerinizi
yükseltmek için dengeli şekilde güneşlenin,
● Alkol kullanmayın
ve yeteri derecede egzersiz yapın,
● Yemekleri geleneksel yöntemler
(buğulama, buharda pişirme) ile pişirin. Turbo fırınlar kullanın,
● Mikrodalga gibi hızlı pişirme yöntemleri besin kayıplarına yol
açar, ayrıca kanserojen olabilir,
● Daha çok toprak (güveç),
cam ya da kalaylı bakır kapları tercih edin. Emaye ve çelik tencere
daha sonraki tercihlerdir.
● Teflon ve alüminyum kaplar kullanmayın.
İngiltere'de 1815'de 5 kg. civarında olan kişi başına yıllık çay şekeri tüketimi, 1970'de 50 kg'ın üzerine çıkmıştır. 1970-2000 yılları arasında ABD vatandaşları, önceki yıllara oranla yılda 100 litre daha fazla şekerli meşrubat tüketmişlerdir. Türkiye'deki durum çok farklı değil. Çocuğu ve büyüğü ile çılgınca şeker, beyaz un, tuz kullanmaktayız. Bütün bu bilgiler kanserlerin niçin arttığını göz önüne sermektedir.
Bitkileri yabana atmayın, doç Dr. Canfeza Sezgin hazırladığı "Hangi Kansere Hangi Bitki" kitabında bilimsel tedavi metodlarına yardımcı olacak bitkisel tedavileri anlatıyor. Sezgin kitabına, "Kanser kelimesinin kendisi çaresizlik ve korkutucu bir anlam taşımaktadır" diyerek başlıyor. Bilimsel tedavilerin yanı sıra yüzyıllardır kullanılan geleneksel tedavilerin de tamamlayıcı tedaviler olarak uygulanması gerektiğini düşündüğü için yaptığı 10 yılı aşkın çalışmaları sonucu, "Hangi Kansere Hangi Bitki" kitabını yayınlamış. Dr. Sezgin, kullandığımız ilaçların büyük bir kısmının doğal ürünlerden geliştirildiğini ifade ederken, kanser tedavisinin sadece bitkilerle yapılmasının mümkün olmadığının da altını çiziyor. Kitapta geçen bir kaç bitki ve faydaları şöyle sıralanmakta:
● Arı Poleni: Akciğer, beyin, kalınbağırsak, lösemi, malign melanom, meme ve prostat kanserlerinde faydalı. Ayrıca akciğer kanserine karşı koruyucu.
● Biberiye: Akciğer, cilt, kalınbağırsak, lösemi ve meme kanserlerinde faydalı. Ayrıca kansere karşı koruyucu.
● Çörekotu: Akciğer, baş-boyun, kalınbağırsak, karaciğer, karın zarı, lösemi, lenfoma, meme, pankreas, prostat, yumuşak doku kanserlerinde faydalı.
● Işgın: Akciğer baş-boyun, karaciğer, lösemi, meme, mide ve rahim ağzı kanserlerinde etkili.
● Keten Tohumu: Kalınbağırsak, malign melanom, meme ve prostat kanserlerinde faydalı.
• Aloe veranın, hücre, hayvan ve insan çalışmalarında bağışıklık sistemini düzenleyici etkilerinin bulunması nedeniyle cilt kanserlerinden korunmada yararlı olabileceği düşünülüyor.
• Karayılan otu, prostat kanserinin tedavisinde etkili.
• Brokoli, idrar yolları ve idrar torbası, kalın bağırsak ve meme kanserleri ile mücadelede etkili aynı zamanda bu kanserlere karşı da koruyucu.
• Buğday çimi, meme kanserinde etkili.
• Cezayir menekşesi, çeşitli organ kanserleri, lenfoma ve löseminin tedavisinde yardımcı. (Ancak, doktor kontrolü dışında kullanılmaması gerekir. Zararlı yan etkiler yapabildiği unutulmamalı)
• Çemenotu, kalın bağırsak, karın zarı, kemik, lösemi, meme kanserinin tedavisinde etkili.
• Greyfurt, kansere karşı koruyucu etkisi var. Ancak son yıllarda yeni anlaşılan greyfurt-ilaç etkileşimleri unutulmamalı.
• Devedikeni, akciğer, baş-boyun, idrar yolları ve idrar torbası, kalın bağırsak, prostat kanserine karşı etkili.
• Dut, kanser hastalarına destek gıda olarak dikkati çekiyor. Beyaz, kara ve kırmızı dut, yüzyıllardır geleneksel Çin ve Japon tıbbında kullanılıyor.
• Ekinezya, kalın bağırsak ve pankreas kanserinde etkili.
• Isırganotu, prostat kanserinde etkili.
• Karahindiba, kalınbağırsak, karaciğer, lösemi, malign melanom, meme ve rahim kanserinin tedavisinde yardımcı olabileceği düşünülüyor.
• Kızılcık, akciğer, baş-boyun, kalınbağırsak, karaciğer, meme, prostat, yemek borusu ve yumuşak doku kanserlerinde etkili.
• Kudret narı, baş-boyun, cilt, idrar yolları ve idrar torbası, lenfoma, lösemi, malign melanom, meme ve prostat kanserlerinde etkili.
• Nar, baş-boyun, kalınbağırsak, lösemi, meme ve prostat kanserlerinde etkili. Narın, ayrıca kansere karşı koruyucu etkisi var.
• Ökseotu, akciğer, baş-boyun, karaciğer, karın zarı ve meme kanserinde etkili.
• Sarımsak, meme kanserinde etkili. Sarımsak, ayrıca kalınbağırsak, mide ve prostat kanserlerine karşı koruyucu etkisi bulunuyor.
• Üzümün, kansere karşı koruyucu etkisi var. Günümüzde üzüm çekirdeği ve kabuğunda bulunan kimyasal maddelerin kuvvetli antioksidan olduğu gösterilmiştir. Üzümde bulunan kimyasal maddelerin, kanser, kalp-damar hastalığı, santral sinir sistemi hastalıkları üzerine koruyucu ve tedavi edici özellikleri olduğu saptanmıştır.
• Yabanmersini, kalınbağırsak ve lösemide etkili.
• Yeşil çay, akciğer, baş-boyun, beyin, kalın bağırsak, karaciğer, lenfoma, lösemi, malign melanom, meme ve prostat kanserinde etkili. Siyah çayın fermente edilmemiş hali olan yeşil çayın ayrıca, kansere karşı koruyucu özelliği bulunuyor. Hem siyah hem de yeşil çay bol miktarda antioksidan madde içeriyor. İçinde polifenoller daha yüksek oranda olduğu için yeşil çay, siyah çaydan daha faydalı. Yeşil çay, kuvvetli antikanserojen, antioksidan ve kilo kaybettirici bir besin maddesi. Yeni yapılan bir çalışma, yeşil çay ve üzüm ekstraktlarının (Kurutulmuş bitkilerden, özel yöntemler kullanılarak elde edilen, ilaç ham maddesi olarak da kullanılan bitki özleri), kansere karşı birbirlerinin etkilerini artırdığını ortaya koydu.
• Zencefil, akciğer, kalın bağırsak, karaciğer, lenfoma, lösemi, malign melanom, meme, mide, pankreas ve yumurtalık kanserinde etkili. Zencefilin kanser hücrelerine etkisiyle ilgili laboratuvar çalışmaları yapıldı. Bu çalışmalarda, zencefilin akciğer, kalın bağırsak, malign melanom, meme, mide, karaciğer, pankreas, yumurtalık kanseri ile lösemi ve lenfoma hücrelerini öldürdüğü saptandı.
• Zerdeçal, baş-boyun, cilt, idrar olları ve torbası, kalın bağırsak, meme, mide, pankreas ve rahim ağzı kanserinde etkili. Yeni yapılan çalışmalar, zerdeçalın normal olmayan hücrelerin ve kanser hücrelerinin çoğalmasını engellediğini ortaya koydu. Zerdeçalın, özellikle kanser hücrelerinin yaşamasını sağlayan enzimin aktivitesini azalttığı belirlendi.
Kanada'nın Windsor kentinde bilim insanları, halk arasında karahindiba olarak bilinen bitkinin çayı ile, kronik miyelomonositik kan kanseri hastasını iyileştirmeyi başardılar. John DiCarlio isimli hastanın, 3 yıl süren yoğun lösemi tedavisinin ardından, yapılacak birşey kalmadığı için, kalan ömrünü ailesi ile birlikte geçirmesi için evine gönderildiğini belirten Dr. Caroline Hamm, “laboratuvarda hazırlanan karahindiba ekstresini, John;un evine götürüp, çay olarak hazırladık. Kendisine de nasıl hazırlayacağını öğreterek, bittikçe yenilerini verdik. 4 ay sonra kanser değerlerinde iyileşme saptadık. Aradan geçen 3 yılın ardından John, tamamen iyileşti" dedi. Karahindiba kökü çayının, herkeste aynı etkiyi göstermediğine dikkati çeken Dr. Hamm, her hastanın ihtiyacı olan dozun belirlenmesinin önemli olduğunu ve buna yoğunlaştıklarını ifade etti.
Doktor tedavisi ve kontrolü altında olan, kemoterapi ya da düzenli ilaç kullanan kanser hastalarının, doktorlarına danışmadan bu çayı kullanmamalarını isteyen Dr. Caroline Hamm, bilim heyetinin Kanada Sağlık Bakanlığına ekstre ile ilgili yasal müracaatları yaptığını, bunun kabul edilmesi halinde klinik çalışmaların en az 21 hasta üzerinde başlayacağını söyledi. Caroline Hamm, 6 ila 8 ay sürecek olan birinci aşamanın ardından, karahindiba kökü çayının hangi kanser türlerine ne oranda iyi geldiğinin belirleneceğini anlattı.
Kaynaklar:
hurriyet.com.tr
International Wellness Directory
Prof. Dr. Ahmet Aydın
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fak. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
ABD Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı
okyanusum.com
yenisafak.com.tr
mavikocaeli.com.tr
iyilikguzellik.com